Abdülhak Hamid Tarhan Şiirleri ve Tabiat Anlayışı
Abdülhak Hamid Tarhan Şiirleri ve Tabiat Anlayışı
Abdülhak Hamid Tarhan Şiirlerinde Doğa
Tanzimat’tan sonraki yıllarda Batı kültür ve edebiyatının tesiri altında ortaya çıkan yeni Türk edebiyatının ikinci nesline mensup olan Abdülhak Hâmid, yaklaşık dört devri idrak etmiş ve bu süre içinde Türk edebiyatında şekil ve muhteva bakımından gerçek anlamda yenilikler yapmış şahsiyetlerin başında gelmektedir.
Merhabâ ey harâb makbereler
Sâfiline küşâde pencereler
Nezdinizde karârı pek severim
Bence hep şi ’rdir bu meşcereler
Şu bayırlar harâbeler dereler
Bu esen rüzgârı pek severim
deyişleriyle başlıyor Hâmid “Bir Şâirin Hezeyânı” adlı şiirine. Bu şiirde şair, şiir sanatının felsefesini dile getirmeye çalışıyor. Söze de tabiatın şair üzerinde yarattığı derin etkiyi dile getirerek başlıyor.
Tabiatın Hâmid’in şiir sanatı üzerinde büyük etkisi vardır. O, bu etkiyi pek çok yazısında, hatta şiirinde açıkça ifade etmekten geri kalmamıştır. Nitekim “Külbe-i îştiyâk” adlı uzun manzume boyunca tabiatı seyreden şair, her bendin sonunda,
Çemendir, bahrdır, kûhsârdır, subh-ı rebiîdir
Bu yerlerde doğan bir şâir olmak pek tabiîdir.
diyerek, sanatta ilham kaynağını tabiatta bulduğunu açıkça dile getiriyordu. Tabiata böylesine hayranlık, çok enteresandır; ruhunda fırtınalar koparan ölüm fikrinin hâkim olduğu “Makber Mukaddimesi” (Birkaç Perişan Söz)’nin bir bölümünde şöyle değerlendirilmektedir:
“Hangi şair bir güzel kıza onu görmeyenlerin nazarında tecsîm edecek kadar cismâniyet vermiş? Hangi kalem mehâsin-i tabiîyyeyi hakkıyla taklit etmiş?.. Bizim yazıp da en güzel bulduğumuz şiirleri bize ilhâm eden tabiattır. O şiirler, suda görülen akse benzer ki, mutlaka hâriçte bir müsebbibi olur.
Bazı ekâbir-i edeb, bir şairin meziyyâtı kendi beyninde tevellüt ettiğini iddia ederler. Ben bu fikirde değilim. Benim -eğer varsa-mehâsinim dağların, bayırların, güzel yüzlerin, çiçeklerindir. ” (Engintin ve Kerman, 2011: 270-271)
Diğer birçok sanat dalında olduğu gibi tabiat, edebi sahalardaki mevcut gelişme ve kabuller doğrultusunda oldukça farklı yaklaşımlarla da olsa kendisinden istifade edilen başlıca malzemelerden biri olmuştur. Edebiyatımız için, idrak ve terennüm açılarından, klasik şairler ile sonrakiler arasındaki çizgilerden birini de teşkil edecek olan tabiat, günümüzde de pek çok şaire, şahsa münhasır nitelikler sağlayan bir unsur olarak şiir çalışmalarına konu olmaktadır.
Bilindiği üzere tabiat, Klasik edebiyatımızda şairler tarafından oldukça sık kullanılmış unsurlardandır. Ancak bu dönemde daha çok tasvirî bir malzeme ya da bir motif olarak ele alman tabiat, Abdülhak Hâmid Tarhan (1852-1937) ile birlikte yeni bir çehre kazanmıştır. Hemen bütün eserlerinde bir şekilde tabiata yer vermiş olan Hâmid, Sahra (1879) ile Türk edebiyatına hem şekil hem de duygular açısından yeni bir bakış açısı getirmiştir. Eserini 1875’de Edirne’de kaleme alan şair, Paris dönüşünden sonra 1879’da İstanbul’da yayınlamıştır. Sahra, Hâmid’in şehir ve tabiat hayatına ilişkin düşüncelerini dile getirdiği eseridir. Rousseau’dan etkilerin görüldüğü bu eserde, köy/kır hayatının doğallığı ve güzelliği ile şehir hayatının çirkinliği karşılaştırılır. Sahra, edebiyatımızda pastoral şiirin ilk örneği sayılmaktadır. Şairin ortaya koyacağı diğer eserlerin müjdesini veren Sahra, Enginün’ün ifadesiyle “Diğer eserlerin, fışkırdığı bir kaynak gibidir” (Enginlin, 1986: 44)
Hâmid için güzelliğin tasvirinde ilham kaynağı tabiattır. Sevgili ve güzellik, tabiatla bütünleşir. Sevgilinin ölümü âdeta güzelliğin aslına geri dönüşüdür. Onun için Hâmid, ölen sevgiliye duyduğu özlemi tabiatın güzelliklerini seyrederek giderir ve tabiat varlıklarında sevgiliyi arar:
“Ey yâr, şu nev-bahar sensin;
Ben anlıyorum ki yâr sensin!..
Estikçe nigâh bahr ü berre,
Birden sanırım ki bazı kerre,
Meşcerdeki rüzgâr sensin!…”
Şiirimizin tabiat anlayışına yeni bir boyut kazandıran Hâmid, Makber ’in önsözünde “Bizim yazıp da en güzel bulduğumuz şiirleri bize ilham eden tabiattır” diyerek şiirinin temel unsurlarından biri olarak tabiatı göstermiştir. Divan şiirinde bütün şairler için geçerli olan tabiatla ilgili sınırlı mazmun sayısı, tabiata bütünü ihtiva eden bir bakış açısını engellemiştir. His ve fikir âlemine bağlı kalarak bir insanın şahsi deneyimiyle tabiatı görmesi, yorumlaması, tabiatın etkisini sadece kendine göre dile getirmesi ve ona umumi bir bakışla yaklaşması Hâmid’le gerçekleşir. Mehmet Kaplan, Abdülhak Hâmid’in bu yönüyle şiirimizde yaptığı yeniliği şu şekilde izah eder:
“Tabiatı felsefi bir düşünce konusu yaptı; derin duyguların doğduğu ve inkişaf ettiği bir muhit hâline koydu. Bilhassa yeni unsurlar ile dolu ve geniş ufuklu manzaralar resmetti.” (Kaplan, 2006: 275)