Aktaş Diye Belediğim Türküsünün Hikayesi Sözleri Notaları
Aktaş Diye Belediğim Türküsünün Hikayesi Sözleri Notaları
Aktaş Diye Belediğim Türküsünün Hikayesi
İnsanoğlu, oldum olası soyunu sürdürmek ister. Bir doğa yasası bu. Geldin gidiyorsun; yerine evlat bırakacaksın. Benim halkım, çağlar boyunca, oğula daha bir önem vermiştir. Hele beylerin; oğlunun olması halkı sevindirmiş, olmaması üzmüştür. Zamanı ve yeri unutulmuş… Yüzyılar önce, Anadolumuzun bir yöresinde bir türk boyu gün görmüş, barış ve erinç (huzur) içinde yaşayan bir boymuş bu. Gün gelmiş, genç ve yakışıklı bey, gönlünce bir kızla evlenmiş. Halk, kendi düğünü yapılıyormuş gibi sevinmiş, gönenmiş düğünde. Dünya dönmüş, yıllar geçmiş… Beyin çocuğu olmamış. Konu, tüm boya tasa olmuş. İlkin beyin anası ve öteki yakınları başlamışlar dillenmeye: -A beyimiz, civan beyimiz; sen iyisin-hoşsun ya; bak, çocuğun olmuyor. Yarın-Tanrı geçinden versin-Sen konduğun dünya adlı handan göçersen, soyumuza kim beylik edecek? Bey, söylediklerine kendisi de inanmasa bile, söyle der olmuş bu konuyu açanlara: -Tanrı uludur; bana da bir oğul verir… Ama-hikmetinden sual olunmaz-Tanrı oğul vermemiş beye… Zamanla, serzenişler yakınmaya dönüşmüş: -Ulu beyimiz, görüyorsun işte; yıllar gelip-geçiyor. Halâ bir evlâda kavuşamadın. Karın iyi-hoş ama, çocuğu olmuyor. Senin, halkımıza bir veliaht bırakacak bir kızla evlenmene o da birşey diyemez… Bey seviyormuş karısını. Ne yapsın ki, töre bu. Türkülere girmiş: “Sussuz derelerde kavak biter mi, Oğlansız evlerde duman tüter mi?” Sonunda, töre sürdürmüş hükmünü ve beyin, yeniden evlenmesi kararlaştırılmış. Karısı, olup bitenleri-içi kan ağlasa da-olgunlukla karşılamış: -Ne hakkım var halkımızı veliahtsız bırakmaya? Ben, beyimize lâyık, beyimize oğul verecek kızı bulmaya kendim yardım ederim… Dediği gibi de yapmış. Beyin, kendisine en yakışacak kızla evlenmesi konusunda, elinden geleni esirgememiş. İçindekileri vurmamış dışarıya… -Ve zaman olmuş ki; beyle yeni gelinin düğünleri kurulmuş, eski gelin, ev sahipliği görevini yüklenmiş bu kez. Konukları yolu-yordamınca ağırlamış. Bey’le yeni gelin gerdeğe girdikleri gece, eski gelin de vurmuş kendini dağlara. Ormanları yavrusuymuşçasına, o dere senin, bu tepe benim, dolaşmış durmuş. Yaban yaratıklarıyla dostluklar kurmuş. Yüreği eski yürekmiş ya; kafası aynı kafa değilmiş artık. Aklı, yele-sele karışmış. Bir dereden geçiyormuş ki; uzunca bir aktaş bulmuş. Almış ak taşı, tülbendiyle belemiş (kundaklamış). Bir yandan ak taşa sarılır, bir yandan da, adını bildiği tüm ermişler aracılığıyla, bu taşa can vermesi için yüce Tanrı’ya yakammış…. Tanrı bu; ne ki istese olmaz? Sevgisinden usunu uçurup dağlara uğrayan bu iyi niyetli, saf gelinin dileğini yerine getirmiş; ak taşa can vermiş yani. Bu öykü göğermiş destan olmuş; duygul bir türkü olarak, halkın diline destan olmuş: (Türkünün ilk dört dörtlüğünde, kadının, ak taş canlansın diye yakarışı; son iki dörtlükte de, taş canlandıktan sonraki sevinç ve duygulan dile getirilmektedir).
Aktaş Diye Belediğim Türküsünün Sözleri
Aktaş diye belediğim
Tülbendime doladığım
Tanrıdan dilek dilediğim
Mevlam şu taşa bir can ver
**************
Tarlalarda olu yaba
Savunurlar gaba gaba
Merfizonda piri baba
Mevlam şu taşa bir can ver
**************
Yoldan geçen yolcu gardaş
Ben kimlere olam sırdaş
Kırşehirde hacı Bektaş
Mevlam şu taşa bir can ver
**************
Bebeksiz oldum divane
Hep ağlarım yane yane
Konyada ulu mevlane
Mevlam şu taşa bir can ver
**************
Yüksekte şahin yuvası
Alçakta avşar ovası
Gelsin yavrumun babası
Emzireyim nenni nenni
**************
Bebek uyandı bakıyor
Sevinci içim yakıyor
Gözlerimden yaş akıyor
Emzireyim nenni nenni