Atatürk Nasıl Konuşurdu
Atatürk Nasıl Konuşurdu
Atatürk Nasıl Bir Konuşmacıdır
Atatürk Nasıl Bir Konuşmacıydı
Atatürk Konuşmacılığı
“Onda, kendisini dinleyenleri mıknatıslayan bir kuvvet vardı.
O, insanların doğrudan doğruya vicdanlarına hitap eder, en duygusuzları bile imana getirirdi. Söz, onun elinde kuvvetli bir silâhtı. Onunla gönülleri fethederdi.
O, konuşurken, sözler ağzında billur sular gibi çağlardı. Bazen cana yakın bir kaynaktan kaynayan bu nehir, coştuğu zaman, etrafa köpükler saçan bir Niyagara Şelalesi olurdu. O, herkesin anlayış kabiliyetine göre hitabet etmesini bilirdi. Onun söyleyişinden, ihtiyar genç, kadın erkek, şehirli, köylü derin bir zevk duyardı.
O, en yüksek tanınmış âlimlerle olduğu gibi, dört yaşında masum çocuklarla da konuşmasını bilirdi, insan onu dinlerken, bir ince sazın tatlı nağmelerini işitiyor gibi oluyordu, onun dilindeki Türk sazı, Beethoven’in müziği gibi cihanı alakadar ederdi.
O, etkili sözleriyle bazen düşündürür, bazen bize sevinç yaşlannı döktürürdü. Dünü bilir, bugünü görür, yarını düşünürdü.
O, kendi eliyle kurduğu Millet Meclisi’ne gelirken bütün Ankara güler yüzünü, tatlı tebessümünü, canlı bakışını görmek için sokaklara dökülürdü. Mebuslar, candan bağlı olduklan o büyük sevgiliyi, “Yaşa! Var ol!” nidalarıyla karşılaşırlardı.
Kırlaşan sarı saçlarını itina ile arkaya taramış, açık, parlak alm bir kat daha ortaya çıkmış. Sırtındaki frak, zarif endamının hatlarının bütün inceliklerini gösterecek ve en güzel giyinen bir centilmeni imrendirecek kadar şık. Sol iç cebinden, el kadar küçük beş on kâğıdı çıkarıp kürsünün üstüne koydu ve sonra kendine has olan bir nezaketle milletvekillerine övücü birkaç cümle sarf ederek söze başladı.
Kelimeleri gayet güzel telaffuz ediyor. Cümleler açık ve tam olarak bir fikri taşıyor. Ahenkli sesi çeşitli derecelerde bazen yükseliyor, bazen iniyor, önümüzdeki masaya bıraktığı kâğıtlara ara sıra bir göz atıyor.
Derinden bakan gözleri, düşündüklerindeki kararlılığı ifade eden elleri ve ince parmaklarının düzgün hareketleri, sözlerini destekliyor.
Vatanın geleceğine ait görüşlerini söylerken millet coşuyor, alkıştan Meclis’in kubbesi inliyor. O vatanın selâmeti uğrunda fedakârlığı yeterli görmüyor, feragat (özveri) istiyor ve bunu önce kendi gösteriyor: Feragat!
Bu temiz, bu hırstan, kişisel çıkarlardan uzak fikirleri, albenili ve canlı bir ifade ile anlatırken; o, fâni (geçici) insanlıktan sıyrılıyor, başlı başına bir vatan oluyordu.
Onun içindir ki, onu sevenlerin, ona gönül bağlayanların sevgisinde vatan sevgisi beraber görünüyor, onu sevenler vatanın bu büyük evlâdını vatan gibi seviyor ve ona saygı duyuyordu.”
Selim Sırrı Tarca