Avangard Kuramı Hakkında Bilgi
Avangard Kuramı Hakkında Bilgi
Avangard Kuramının Genel Özellikleri
Avangard Kuramının Temsilcileri
Başlangıçta askerî bir terim olarak kullanılan ve ordunun öncü birliği anlamına gelen “avangard” yenilik getiren, yeni moda oluşturan demektir. Fakat kavram sonraları siyaset ve sanatta köklü değişimlerin öncülüğünü yapanlar için kullanılmaya başlanmıştır. 19. Yüzyılın sonlarına doğru avangard terimi hem kültürel hem de politik bağlamlarda ağırlık kazanır ve gitgide sanatsal-kültürel anlamı, sosyo-politik anlamın yerini almaya başlar.
Avangard terimini bir sosyal bilimler terimi haline getiren kişi Saint-Si- mon’dur. Simon’a göre, “Sanatçılar kamusal refah sisteminin tesisini hedefleyen büyük girişim içerisinde avan-garde olarak hizmet etmelidirler.” (Aktaran: Kolcu, 2008: 146) Saint-Simon’un görüşlerinin temelinde belli bir ekonomik ve politik yapı olmaksızın (avangardm) ortaya çıkamayacağı fikri vardır. O halde sanatsal avangardizmin arkasında büyük bir doğuma hazırlanan toplumun sancıları vardır. Bu yüzden avangardizmin çeşitli alanlardaki ilk öncüleri Fransa’da ortaya çıkmıştır. Descartes felsefî avangardizmin, Rousseau politik avangardizmin, Saint-Simon ekonomik ve sanatsal avangardizmin, Bouhours ve Dubos estetik avangardizmin ilk temsilcileri olmuşlardır.
Avangard kuramın üzerine oturduğu temel ilkeler gelenekçi anlayışa karşı olmak, yeniliğe, akıl dışılığa ve özgünlüğe duyduğu ilgi, bireysel özü yükseltme eğilimi ve yaratıcı bencilliği önemseme şeklinde özetlenebilir. Avangard kuramın özünde sanatın hayat ile zorla koparılmış bağmı yeniden kurmak ve onu gelecek toplumun hizmetine sunmak amacı vardır. Geleneğin sanatına karşı yürütülen bu mücadele bir bakıma ‘gelenek’ denilen o süresiz kırılma ve yapılanmanın oluşumuna da hizmet edecektir. Bu bakımdan avangard hareketler doğası gereği çok çabuk tüketilen eylemlerdir. Bir avangard başta sanat ve edebiyata egemen gelenekçi dediğimiz artık kanıksanmış ve heyecanını yitirmiş, en önemlisi hayatla olan bağım koparmış bir sistemle mücadele ederek kendi sistemini topluma ve ilgili çevrelere kabul ettirir. Fakat bir süre sonra o da ‘gelenek’in malı olur. Zira o da bir süre geçtikten sonra yaratıcı heyecanını kaybeder ve kendisini bir başka avangard harekete teslim eder. Gerçi bu süreçte gelenek güçlenir varlığını sürdürür fakat avangard sanat da kısa sürede tüketilmiş olmanın sıkıntısını yaşar.
Avangard kuramında “sanat düşünsel özekleşmesine koşut olarak, toplumsal işbölümü içindeki sınırlarım yeniden tanımlar. Aristokrasiden kalma ilişkilerden ve klasist zanaat geleneğinden arınır.” (Aktaran: Kolcu, 2008: 147) Ba- tı’da 1948’den sonra kilisenin ve monarşinin sanat üzerindeki hükümranlığım sürdüren akademi 19.yüzyılda gücünü yitirir. Bizde de aynı yüzyılda saray şiiri olarak kabul edilen Divan şiiri etkisini kaybeder. Onun yerine Encümen-i Şuârâ ya da Paşa’lann konaklarında süregelen mutad sohbet geleneği gibi Batı geleneğinde salonlara tekabül eden sanat akademileri alır. Her ne kadar işlevleri onlar gibi umuma açık olmasa da şairler ve öteki sanatçılar, aralarında müzik adanılan, hattat ve bürokratların da bulunduğu bir avangard oluşum kendini gösterir. Son yüzyılda Osmanlı’da sanat ve edebiyatın hatta siyasetin konuşulduğu mahfiller saray ve ona bağlı hiyerarşik mekânlar değil, gazetelerin yazı işleri odalan, şair ve yazarların konak ve köşkleridir. Yenileşmeyi ve gelişmeyi hep devletin hamleleriyle görmüş ve yaşamış olan halk, sivil bir avangard oluşumla karşı karşıya olduğunu sonradan anlayacaktır. Batı’da avangard hareketler 1848 öncesinde romantizmin isyanı ile ortaya çıkarken Osmanlı’da ilk avangard hareketleri başlatanların (Namık Kemal, Ziya Paşa, Abdülhak Hâmid, Recaizâde M. Ekrem) romantik olmaları ilginçtir. Fakat OsmanlI’daki avangard hareket Batı’dakin- de olduğu gibi koşutluk göstermez. Zira avangard hareketin paralel yürüdüğü modemizm Osmanlı’da daha geç dönemde hatta Osmanlı sonrasında gecikmeli olarak yaşanacaktır. Bu yüzden Türk avangard hareketini bireysel teşebbüsler ve zamandizinsel kurala uymayan bir karakterde gerçekleştiğini söylemeliyiz. Şi- nasi’nin, Namık Kemal’in öncü anlayışı ile sözgelimi Yahya Kemal’in, Nâzım Hikmet’in veya Orhan Veli’nin öncü anlayışı aynı düzlemde ele almamaz.
Avangardlann karakteristik eylemlerinden biri de birer manifesto ya da ona benzer metinler yayımlamalarıdır. Bu kimi zaman düzenli ve çalışılmış bir metin olabildiği gibi kimi zaman da mukaddime, makale, önsöz, takriz ya da bir kalem münakaşasının gereği olarak ortaya çıkan metinler de olabilmektedir. Garip Mukaddimesi bu açıdan düşünülmüş, çalışılmış, ortak bir metindir. Namık Kemal’in sanat ve edebiyat hakkındaki mukaddimeleri bu tarzda disiplinli olmayan fakat dolu ve nitelikli beyannamelerdir. Politik açıdan Fransız Devrimi sonrasında yayımlanan Yurttaşlık Hakları Bildirisi böyle bir manifesto niteliğindedir. (Kolcu, 2008: 145-148)