Avcının Oğlu Masalı
Avcının Oğlu Masalı
Bir zamanlar bir avcı varmış. Bu avcının geçimi hep avcılıktan imiş. Ava gider, avladıklarını getirir, satarmış. Böylece geçinip gidermiş.
Günün birinde bu avcı yine avlanmak için dağa gider. Önüne çıkan bir arslan bu avcıyı boğup öldürür.
Akşam olunca avcı evine dönmeyince karısı kaybolduğunu anlar. Ertesi gün o da gider ormana. Orada kocasının ölüsünü bulur.
«Madem burada öldü, onu buraya gömelim» diye kararlaştırırlar. Avcıyı dağa gömerler.
Bu avcının da bir oğlu vardı. Günü gelir, bu çocuk büyür. Annesi der ki : «Oğlum, git, sen de bir sanata gir, geçinelim».
Çocuk bir dülgerin yanına gider: «Beni de yanına al da ben de bir sanat öğreneyim».
«Yok oğlum, sen git, babanın sanatını öğren». Çocuğa iş vermezler. O da annesinin yanına gelir.
Ertesi gün bir yapıcının yanına gider: «Beni de yanına al da ben de bir sanat öğreneyim».
«Yok oğlum, sen git, babanın sanatını öğren».
O da çocuğa iş vermez. O da annesinin yanına gelir. Annesine sorar:
«Anne, babamın sanatı neydi?»
Annesi babasının sanatını bir türlü söylemez. Oğlan kızar:
«Babamın sanatını bana demezsen seni öldürürüm».
Bu sözlerden korkan annesi söylemek zorunda kalır: «Oğlum, senin baban bir avcı idi. Gece gündüz avlanırdı. Getirdiklerini satar, geçinirdik».
«Peki, babam ne oldu?»
«Dağda arslan boğdu».
«Hani babamın tüfeği?»
Kadın tüfeği vermek istemez. Oğlan zorlayınca getirir, tüfeği verir. Oğlu ava giderken der ki:
«Oğlum, sakın filan dağa ava gitmeyesin».
Oğlan bir müddet o dağa gitmez, başka yerlerde avlanır. Günün birinde o dağa gitmeye karar verir, gider.
Orada bir çeşme görür. Çeşmenin yanında da bir mezar vardır. «Bu mezar herhalde babamın mezarıdır da ondan annem benim buraya gelmemi istemedi» diye düşünür.
Ertesi gün yine oraya gider. Tam mezarın yanında bir arslan görür. Çevirir tüfeğini arslana, vurur onu, yere düşürür. Hemen arslanı boğazlar, derisini yüzüp postunu alır; köye gelir. Köye girerken vezir bunu görür. Görünce hemen gider, padişaha haber verir:
«Padişahım, avcının oğlu bir arslan postu getirdi, sana layık».
«Git, para ver ona, postu sana versin!»
Vezir oğlanın evine gelir. Oğlandan postu ister. Oğlana parayı verdikten sonra bir de tokat vurup padişahın yanına döner.
Ertesi gün oğlan yine o dağa gider. Mezarın başında başka bir arslan görür. Onu da vurur, postunu alıp getirir. Vezir bunu yine postu getirirken görür. Hemen gidip padişaha haber verir:
«Padişahım, avcının oğlu bir arslan postu daha getirdi, sana layık».
«Git, para ver ona, postu sana yersin!»
Vezir oğlanın evine gelir. Oğlandan postu ister. Oğlana parayı verdikten sonra bir de tokat vurup padişahın yanına döner.
Annesi bunu görünce oğluna: «Gördün mü, ben sana o dağa gitmeyesin demedim mi» diye çıkışır.
Bir gün vezir padişaha der ki: «Padişahım, bu avcının oğlu sana, arslanların dişinden bir konak kaldırsın».
«Madem o kadar avcıdır, hemen gidip söyleyin kendisine. Buraya gelsin!»
Hemen oğlanın evine gider: «Seni padişah istiyor».
Oğlan padişahın huzuruna çıkar. Padişah der ki: «Senden bir konak isterim. Her tarafı arslanların kemiğinden yapılacak. Sana kırk gün müsaade!»
Oğlan eve gelir, ama keyfi yok. Annesi sorar: «Ne oldu oğlum?»
«Keyfiyet böyle».
«A oğlum, ben sana o dağa gitme dememiş miydim. Lakin sen gittin».
Daha sonra annesi oğluna yapacağı işleri anlatmaya başlar: «Gidip padişaha dersin ki: ‘Bana kırk kişi ver’. Bunlara taş kestireceksin, kırk tane yapıcı, kırk tane de dülger».
«Ama anne kırk günde kaldıracağız bu evi».
«Sana ayrıca kırk tane avcı, kırk tane kasap, kırk tulum şarap. Velhasıl yeni bir eve ne lazımsa o kadar adam versin. Hepsinden kırkar kişi versin ama».
Oğlan adamları alır, arslanların olduğu yere gider Orada bir havuz var, içi su ile dolu. Suyu boşaltırlar, içine şarapları dökerler. Öğle vakti arslanlar gelirler ki su içeler. Şarabı içince sarhoş olup yere düşerler. Hemen arslanların kafalarını keserler, alıp giderler. Oğlan kırk günde bir konak kaldırır.
Yine bir gün vezir padişaha der ki: «Padişahım, bu çocuğun kuvvetini gördün. Bu sana dünya güzelini getirsin».
«Hemen söyleyin, buraya gelsin!»
Oğlanın evine giderler: «Seni padişah istiyor».
Oğlan, kalkıp gider. Padişah der ki: «Bir kız varmış, dünya güzeli derlermiş. O kızı bana getireceksin!»
Oğlan düşüne düşüne evine gelir. Gidecek, başka çaresi yok. Tüfeğini alır. Sür sürmez misin, çıkar yola. Giderken yolda bir avcı ile karşılaşır, adını sorar.
«Benim adım Tilki Ahmet. Sen nereye gidiyorsun?»
«Irak yere gideceğim».
«Beni de götürür müsün?
«Götürürüm».
Tilki Ahmet ile beraber yola devam ederler. Yolda bir kişi ile daha karşılaşırlar: «Adın nedir?»
«Benim adım Duyucu Ahmet. Siz nereye gidiyorsunuz?»
«Yolumuz uzak».
«Beni de götürür müsünüz?»
«Götürürüz».
Onu da alırlar yanlarına, yola devam ederler. Biraz gittikten sonra bir kişi ile daha karşılaşırlar: «Adın nedir?»
«Benim adım Sömürücü Ahmet. Siz nereye gidiyorsunuz?»
«Yolumuz uzak».
«Beni de götürür müsünüz?»
«Götürürüz».
Dördü birden yola koyulurlar. Oğlan der ki: «Dünya güzelini padişaha getireceğiz».
«Tamam» derler. Sür sürmez misin, önlerine çıktı bir deniz. Birisi der ki: «Kız işte şu karşı taraftadır. Nasıl geçeceğiz?»
Sömürücü Ahmet der ki: «Merak etmeyin geçeceğiz».
Bir sömürür denizi, «Uf!» der. Bütün suyu içine çeker, deniz kaybolur. Karşıya geçerler. Sömürücü Ahmet suyu püskürür, deniz ortaya çıkar. Yola devam ederler. Bakarlar ki ovanın birinde, uzakta bir konak var. Oraya giderler, kapıyı çalarlar. Pencereye bir kız çıkar:
«Ne istersiniz?»
«Seni isteriz, padişaha götüreceğiz».
«Eh, bir akşamlık burada kalın, yarın bir çare buluruz».
Kalırlar orada. Kız hanayda uyur, onlar da hanayın altında. Kızın hizmetçisi der ki: «Abla, yarın bunlara neyine bahse girişeceğiz?»
«Yarın yirmi kazan herse koyacağım önlerine, yirmi torba buğday ile yirmi torba tuzu da koyacağım. Karıştıracağım bunları. Yiyebilirlerse yesinler».
Duyucu Ahmet bunları duyar. Ayağa kalkar: «Bre, kalkın, keyfiyet böyle» der.
Sömürücü Ahmet: «Yat bre, o da benim işimdir».
Neyse, tekrar yatarlar. Sabah olur. Kız yirmi kazan herse ile buğday ve tuzu yığar ortaya.
«İşte, der, bu kazanlardakileri hep yiyeceksiniz. Hiçbir şey kalmayacak. Bahsimiz bahistir».
Onlar giderler. Bunlar yemeye başlarlar. Alırlar birer kaşık, fazla yiyemezler. Sömürücü Ahmet hepsini yer. «Daha varsa getirsinler» der. Kız gelir, bakar ki bir şey kalmamış.
«Tamam, bu bahsi kazandınız. Ama daha başka bahislerim var».
E, akşam olur, yatarlar. Hizmetçisi kıza yine sorar:
«Abla, yarın ne bahis koyacağız?»
«Yarın havuzu su ile dolduracağım. Suyunu içebilirlerse kazanırlar.»
Havuz da o kadar büyük ki bütün bahçeleri, bütün ovaları bir seferde sular. O kadar çok araziye su verir.
Duyucu Ahmet yine yukarı atılır: «Bre bre».
«Ne oldun be?»
«Kalkın be yukarı, keyfiyet böyle».
«Yat!» der yine Sömürücü Ahmet, «o benim işimdir».
Neyse, tekrar yatarlar. Sabah olur, kalkarlar. Kız der ki:
«İşte, orada bir havuz var. Oradaki suyun hepsini içeceksiniz. Ben geleceğim, havuza ineceğim. Pabuçlarım ıslanmayacak».
Kız gider. Sömürücü Ahmet bütün suyu içer. Kız bakar ki havuzda hiç su yok.
«Tamam, bu bahsi de kazandınız. Yarın bir bahsimiz daha var».
Akşam olur, yatarlar. Hizmetçisi kıza yine sorar:
«Abla, yarın ne bahis koyacağız?»
Dünya güzelinin uzak bir yerde bahçesi vardı. «Yarın benim bahçeme gideceğiz. Ben atın üstünde koşturacağım, hangisi koşarak beni geçerse kazanacak, geçersem ben kazanacağım».
Duyucu Ahmet yine yukarı atılır: «Bre, kalkın yukarı».
«Ne var?»
«Keyfiyet böyle».
«Yat!» der Tilki Ahmet, «ben koşturacağım onunla».
Neyse, tekrar yatarlar. Sabah olur, kalkarlar. Kız der ki:
«Ben at ile gideceğim, sizlerden de bir kişi koşacak. Bahçeden bizim eve geleceğiz. Beni geçerse o kazanacak».
«Ben gideceğim» der; Tilki Ahmet. Hareket ederler, bahçeye varırlar. Hanım atını bağlar, der ki: «Gezinelim biraz, şu portakalın altında biraz uyuyalım. Ben her gün burada yatar, dinlenirim. Dinlenelim de ondan sonra koşuya girelim».
«Tamam, der, Tilki Ahmet. Yatarlar. Tilki Ahmet uyuyakalır. Kız kalkar. Gizlice atına biner, koşuya başlar. Arkadaşları bakarlar ki kız atın üstünde koşuyor, Tilki Ahmet yok.
«Bakın bre bakalım» derler. Bakarlar ki Tilki Ahmet portakalın altında uyuyor. «Ne yapacağız?»
Avcı: «Merak etmeyin» der.
Bu arada kız da epey yol alır, nerdeyse yolu yarılayacak. Avcı tüfeğini alır eline, Tilki Ahmet’in kulağının yanına nişanlar. Atınca « Vızzz» deyip geçer, Tilki Ahmet uyanır. Kalkar bakar ki kız yarı yolda gitmekte. O da koşuya başlar. Tilki Ahmet ha bre ha bre ha bre ha bre kıza yetişir, onu geçer. Konağa kızdan evvel varır. Kız gelince:
«Eh, kazandınız. Neyse, yarın bir bahsimiz daha var. Yarınki son bahsimiz» der.
Akşam olur, yatarlar. Hizmetçi kız yine sorar:
«Abla, yarın ne bahis koyacağız?»
«Yüzüğümü götüreceğim bahçeye, bir kamışın üstüne dikeceğim. Kurşun atacağız. Kim geçirirse ortasından o kazanacak».
Duyucu Ahmet yine yukarı atılır: «Bre kalkın yukarı».
«Ne var?»
«Keyfiyet böyle».
«Yat!» der avcı, «o benim işimdir».
Neyse, tekrar yatarlar. Sabah olur, kalkarlar.
«E hanım, bahsimiz nedir?»
«Yüzüğümü götüreceğim, filan yere nişan koyacağım. Kurşun atacağız. Yüzüğün içinden kim geçirirse bahsi o kazanır».
Avcı Ahmet: «Ben atacağım» der. Giderler, yüzüğü koyarlar.
«E hanım, evvela sen at».
Kız atar, kurşun yüzüğün deliğinden geçer. Avcı Ahmet:
«Otur bakalım hanım şöyle. Ben de atacağım. Kurşun deliğin içinden geçecek, yine yüzüğün içinden geri gelip eteğine düşecek. Kabul eder misin?»
«Kabul ederim».
Avcı Ahmet nişan alır, atar. Kurşun yüzüğün içinden geçer, dönüp kızın eteğine düşer.
«Tamam, kazandınız beni. Hazırlanın, gideceğiz».
Hazırlanırlar, binerler atlarına, kız da atına biner. Bunlar da yaya, ha bre ha bre, deniz kenarına gelirler.
Kız atı vurur denize atı, geçer. Geri döner ki onlar ötede. Sömürücü Ahmet bir sömürür denizi, deniz kaybolur. Geçerler. Ahmet suyu geriye püskürür, yine deniz olur. Tekrar hareket ederler. Sür sürmez misin, derken Tilki Ahmet:
«Eh be arkadaşlar, burada buluşmuştuk. Ben gideceğim yerime. Eyvallah».
«Uğurlar olsun».
Tilki Ahmet ayrılıp gider. Kalır öbürleri. Yürü yürümez misin, derken Sömürücü Ahmet: «Eh be arkadaşlar, ben de gideceğim yerime, eyvallah».
«Uğurlar olsun».
Duyucu Ahmet de: «Be arkadaş, benim de yerim hurdadır, ben de buradan gideceğim. Siz güle güle gidin» der, tokalaşırlar.
Kaldı Ahmet ile kız ve hizmetçisi. Onlar at üzerinde, Ahmet yaya olarak yola devam ederler. Sür sürmez misin, vardılar memleketin padişahına. Padişah da bunları dürbünle görmüştü. Hazırlatır bir araba, bunları getirtir. Hemen konağa çıkarlar, otururlar. Vezir:
«Gördün mü padişahım. Ben sana dünya güzelini getirecek dememiş miydim. Bak, getirdi» diye söze başlar.
«Eyidir oğlum, doğrudur söylediğin.».
E, kız bilir ki bu işler vezirin başının altından çıkıyor. Kız ayağa kalkar, bir tokat vurur vezire, onu bir kedi yapar. Bir tokat da vurur padişaha, onu da bir köpek yapar. «Siz kalacaksınız bizim evimizde, evimizi bekleyeceksiniz ».
Bunlar düğün, nikâh ederler. Bütün insanları toplarlar. Avcının oğlunu padişah yaparlar.