Batıcılık Fikrinin Doğuşu ve Gelişimi Hakkında Bilgi
Batıcılık Fikrinin Doğuşu ve Gelişimi Hakkında Bilgi
Batıcılık Fikrinin Doğuşu
Batıcılık Fikri Nedir
Osmanlı Devleti coğrafi konum itibariyle Avrupa’nın büyük kısmının sınırları dâhilinde bulunduruyordu. Balkanlar ve Orta Avrupa yönetimi altodaydı. Gelişme döneminde Balkanların ihya edilmesi göz önünde bulundurulduğunda, 18. Yüzyıla kadar olan zaman diliminde Avrupa’nın gelişmişlik düzeyini Osmanlının ekonomik ve askeri alandaki başarılarının belirlediği söylenebilir.
Batılılaşma, 1700 ile 1800 arasında askeri alanda neredeyse hiçbir başarı sağlayamayan Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletlerine nazaran teknik ve askeri alanda geri kaldığını fark etmesi ve bu durumu kabullenmesinin ardından oluşan ideolojik bir tavır olarak yönetim kadrosunda beliren bir zihniyettir. 19. Yüzyılın başlarından itibaren gerçekleştirilen yenileşme hareketleri çerçevesinde 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı ile Batı’ya nazaran Osmanlının geri kaldığı ve ilerlemek, modernleşmek için Batı’nın örnek alınması gerektiği devlet kanalıyla ilan edilir. Batılılaşma bu doğrultuda, ilerlemenin, teknolojik yeniliğin ve modernleşmenin eş anlamlısı olarak düşünülmüştür.
Temel sorun sanayi devriminin oluşturduğu yeni gelişmişlik düzeyini yakalayamamaktan kaynaklanır. Fakat Batılılaşmak Osmanlı aydınlan arasında genellikle kültürel değişimle birlikte düşünülmüştür. Batı’nın sanayi devrimine ulaşana kadar yaşadığı kültürel, felsefi, ahlaki dönüşüm Doğu’nun hayat algısıyla tamamen zıt bir gelişme, gösterir. Aydınlanma felsefesi her şeyden önce rasyonalizmi ve şüpheyi önceler. Bu iki ilke, pozitivzim ve materyalizmle neticelenecektir. Doğu’nun teslimiyeti öngören irfan anlayışı varlığı ancak yaratıcının belirlediği ilkeler çerçevesinde algılarken Batı’nın sunduğu hayat algısının bir anda toplum tabanında yeşerebileceğini düşünmek muhaldir. Buna rağmen Batılılaşmayı sosyal bir proje haline getiren Osmanlı aydın ve bürokratları, Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar “muasır medeniyetler seviyesine” ulaşmanın mücadelesini vereceklerdir.
Batılılaşma dört temel boyut üzerinden ilerler:
Birincisi: Ekonomik boyuttur. “Kapitalist ilişkiler içinde, fosil yakıtlardan elde edilen enerjiye dayanarak üretim yapan sanayileşmiş bir toplum” inşa etmek öncelikli hedeftir. (Tekeli, 2012: 19) Teknolojik kalkınma sağlanmadığı sürece içine düştüğümüz çukurdan çıkmamız mümkün değildir.
İkincisi: Bilgiye, ahlaka, sanata yaklaşımda beni bir tasarıma ihtiyaç duyulmaktadır. Toplumun dönüştürülme projesi içinde kültürel dönüşümü Batı modeli merkeze alınarak gerçekleştirilmelidir. Dünyaya ayak uydurabilmek için evrensellik iddiasına sarılmak gerekir. “Evrensellik iddiası sadece bilim alanında değil, ahlak ve hukuk alanında da kendini göstermektedir.” (Tekeli, 2012: 20)
Üçüncüsü: Geleneğin yeniden yorumlanması zorunluluğu Batılılaşmanın önünü açan en önemli işlevi görür. Gelenek, yeniliğe direnerek değişimin önünü tıkamaktadır. “Geleneksel toplum bağlarından kurtulmuş, kendi aklıyla kendini yönlendiren bireyin doğması” sağlanmalıdır. (Tekeli, 2012: 20)
Dördüncüsü: Yeni kamusal yapıdır. Devlet kurumlarının modernizasyonu Batı modeli esas alınarak gerçekleştirilmeye çalışılır.
Devlet kadrolarından tabana yayılmaya çalışılan Batılılaşma zihniyeti, sadece teknolojik geri kalmışlığı önlemek amacıyla gerçekleştirilen bir düşünce olmamış, Osmanlının toplum yapışım, aile yaşantısını, maddi-manevi değerlerini değişikliğe uğratmıştır. Edebi kimlikleri aracılığı ile bütünüyle Batılılaşmak gerektiği düşüncesini savunan ve bu düşünceyi eserleriyle yaygınlaştıran bazı yazarlarımız şunlardır: Tevfik Fikret, Abdullah Cevdet, Baha Tevfik, Sati Bey, Celal Nuri.