Bir Sıçrarsın Çekirge, İki Sıçrarsın Çekirge, Üçüncüde Ele Geçersin Çekirge Atasözünün Hikayesi ve Anlamı
Bir Sıçrarsın Çekirge, İki Sıçrarsın Çekirge, Üçüncüde Ele Geçersin Çekirge Atasözü
Anlamı:
Suçlu birkaç kez adaletin elinden kaçmayı başarsa bile , en sonunda mutlaka yakayı ele verir.
Hikayesi:
Rivayete göre eski zamanlarda gariban bir eskici yaşarmış. Çok temiz kalpli, iyi niyetli, kuzu gibi bir adamcağızmış. Eski ayakkabıları tamir eder, yeniden satar, eline geçen üç beş kuruşla da küçücük fakirhanesinde karıcığıyla birlikte mutlu mesut yaşarmış. Eskicinin karısı bir gün hamama gitmiş. Güzelce yıkanmış, kurulanmış. Giyinip eve gitmek için bohçasını aramış ki ne görsün? Bohçasını bıraktığı yere atlas halılar serilmiş, üzerine işlemeli kadifeden süslü bohçalar, ceviz ağacımdan yapılmış sedefli takunyalar konulmuş.
Kadıncağız bir sağa bakmış, bir sola bakmış, kendi bohçasını bir türlü bulamamış. En sonunda hamamda çalışan kadına sormuş bohçasının nerede olduğunu. “Heee o mu?” demiş kadın, “Var git de soğukluğa bak. Burada müneccim başın hanımı soyundu. Bunlar onun eşyaları. Şeninkini de soğukluğa koyduk. Sen de orada giyiniver.” Zavallı kadıncağızın çok ağrına gitmiş bu muamele. Ağlamamak için kendini zor tutarak soğukluğa gidip giyinmiş. Hamamın kapısından çıkınca da koyuvermiş gözyaşlarını. Yoksul, silik, gariban, parasız ve rütbesiz bir adamın karısı olduğuna yanmış. Ağlaya ağlaya evine kendini zor atmış. Akşama kadar da üzüntüden başı ağrımış. Akşam olunca eskici eve gelmiş ki ne görsün? Karısının yüzü bembeyaz, gözleri desen kıpkırmızı, kaşları çatık, suratı sirke satıyor.
“Aman hanımcığım” demiş, “sana bir hâller olmuş. Nedir bu hâlin?” Karısı hamamda başına gelenleri bir bir anlatmış. Sonrasında da açmış ağzını yummuş gözünü. “Bana bak adam!” demiş, “Şimdiye kadar hımbıllığına, fakirliğine bir şey demedim. Ama canıma tak etti artık. Ya saraya müneccimbaşı olursun ya da ne bu dünyada ne de öteki dünyada bir daha yüzümü görebilirsin!” Zavallı ayakkabıcı ne dese karısmı ikna edememiş. Adamcağız da ne yapsın? Ertesi sabah almış eline bir divit, bir de kâğıt, işlek bir yol üzerinde oturup müneccimliğe başlamış. İçinden de dua üzerine dua ediyormuş: “Ya rabbim, sen biliyorsun hâlimi. Bunca yıllık yuvam yıkılmasın. Boynum bükülmesin. Karıcığımın dileği yerine gelsin. Sana sığındım, sen beni utandırma.”
İlk olarak tıknaz bir adam durmuş müneccimin önünde. “Aman müneccim efendi, iri, elmas taşlı bir yüzüğüm vardı. Kaybettim. Hangi müneccime sorduysam bilemedi. Acaba sen bulabilir misin yerini? Hem pahaca değerliydi, hem de ata yadigârıydı. Gözünü seveyim bir de sen bak” demiş. Müneccim, eline divitini almış, kâğıda bir şeyler çiziktiriyor gibi yapmış. O sırada içine doğmuş, birden “Senin yüzük bir hayvanın kursağında gözüküyor” cümlesi dudaklarından dökülüvermiş. O an adamın kafasma dank etmiş. “Olsa olsa ben bu yüzüğü bahçeye düşürmüşümdür. Bizim boşboğaz hindi de midesine indirmiştir” diyerek koşa koşa eve gitmiş. Kümesindeki besili hindiyi çıkarmış. Besmele çekmiş, hindiyi orada boğazlamış. Karnmı açıp baksa ki, gerçekten de yüzük orada durmuyor mu? Sevincinden ne yapacağmı şaşırmış. Müneccime teşekkür mahiyetinde yüklüce bir ödeme yapmış. Sağda solda da hep bu olayı anlatmış. O günden sonra müneccimin müşterisi hiç eksik olmamış. Kim neyi kaybetse, neyi merak etse, adamın başma çöreklenmeye başlamış.
İşin ilginç yanı müneccimin attıkları da hep tutuyormuş. Kısa sürede başmı müşteriden kaldıramaz olmuş. Ünü yayıldıkça yayılmış, kazancı ikiye, üçe, beşe, ona katlamış. Günün birinde namı sultana kadar ulaşmış. Meğer padişahın da o günlerde koskoca pırlanta yüzüğü kayıpmış. Padişah, müneccimin huzura getirilmesini emretmiş. Saraydan iki görevli müneccimi masa kurduğu cadde başında bulmuşlar. Padişahın kendisini çağırdığını söylemişler. Müneccim bir an korkmuş. “Bir kusurumuz mu oldu?” demiş çekine çekine. “Yok” demiş sarayın adamlarından biri. “Padişahımızın yüzüğü kayboldu. Senden ona bakmanı isteyecek.” Müneccimin içini bir korku kaplamış. E tabii yoldan gelene geçene kafadan atmakla padişahın huzurunda atmak bir olur mu hiç?
Müneccim korka korka padişahın huzuruna çıkmış. Padişah “Gel bakalım, müneccim efendi, sen şu benim yüzüğü bul, sonra dile benden ne dilersen” demiş. Müneccim de yutkunmuş, “Efendimiz, emriniz başımız üzerine. Lâkin benden istediğiniz koskoca padişah yüzüğündür. Öyle halktan birinin isteği gibi basit bir şey değildir. Siz bana kırk gün, kırk gece müsaade buyursanız. Ben de okusam, üflesem, çalan adamı davul gibi şişirsem nasıl olur?” Padişahın akima yatmış müneccimin isteği, “ffay hay” demiş, “sen şimdi evine çekil, okumaya başla. Kırk birinci gün görüşürüz.”Müneccim derin bir nefes almış. Evine kapanmış. Kara kara ne yapacağını düşünmeye başlamış. Ertesi sabah kapı çalmış ki o da ne? Sarayın hizmetçileri, ellerinde koca koca tepsilerle müneccimin evine yemek getirmişler. “Buyurun efendim” demiş hizmetlilerin başı, “Sultanımız bundan sonra üç öğün size sarayın yemeğinden ulaştırılmasını emrettiler. Aman siz rahat çalışın, kafanızda bir sıkıntı olmasın. ”
Günler geçtikçe müneccimin üzerindeki baskı daha da artmış. Ne yapacağını bilmez hâlde günü geçiriyor, “Bulamazsam bu yüzüğü kellem gider, kellem” diyerek hanımına söylenip duruyormuş. Karısı da “Ah bey, ne bileyim ben işin buraya varacağını? Ah çenem çekilseydi de söylemeseydim sana o lafları. Ah Allah’ım başımdan eksik etme adamcağızımı” diyerek dövünüyormuş. Günler birbiri ardından geçtikçe müneccime verilen süre de sona yaklaşmış. Hem karısı, hem müneccim karaları bağlamış. Durmadan dinlenmeden Allah’a dua edip bu işten sıyrılmak için yalvarıyorlarmış.Bu arada saraydan yemekler gelmeye devam ediyormuş tabii.Müneccim kapıyı her açtığında saray hizmetlisinin elinden yemekleri alırken “Hanım, hanım, kaldı otuz günümüz… Kaldı yirmi beş günümüz…” diyerek içerideki karısına sesleniyormuş.
Her seferinde karısına seslenip, şu kadar kaldı, bu kadar kaldı dedikçe saray hizmetlisi de telaşlanıyormuş. Son on güne girdiklerinde müneccim ve karısıyla birlikte saray hizmetlisi de sıkıntıdan dört dönmeye başlamış. Nihayet sondan üçüncü gün, yemekleri verip boş tabakları alırken saray hizmetlisi eskicinin ayaklarına kapanmış. “Allah aşkına müneccim efendi, kes artık okumayı. Bak dediğin çıktı, davul gibi şişiyorum. Sultanımızın yüzüğünü ben çalmıştım. Öğrenirlerse sonum olur. Yalvarırım al bu yüzüğü, sultanımıza ilet, beni de affet. Zira ben zaten onulmayacak kadar pişman oldum. Bir daha hakkım olmayan bir şeye el uzatmak mı, tövbeeeee!” Müneccim çok sevinmiş. “Aman evladım, seni Allah affetsin” diyerek yüzüğü almış. Koşa koşa padişahın huzuruna varmış.
“Yüzüğünüz ayağıma kadar kendi geldi hünkârım” demiş. Tabii söz verdiği için saray görevlisinin adını karıştırmamış. Padişah hayretten küçük dilini yutacakmış. Müneccimi hediyelere boğmuş, en sonunda da “Dile benden ne dilersen ihtiyar” demeyi ihmal etmemiş. Müneccim utana sıkıla hanımının hakarete uğradığı hamamın kendilerine verilmesini istemiş. “Tamam, tamam ama bir hamamı verip seni kendimizden uzaklaştıramayız” demiş padişah. “Bundan böyle sarayın müneccimbaşı sensin.” Böylece müneccim kırık kalple ettiği duanın kabul olmasıyla istediği makama konmuş, konmuş ama artık müneccimi uyku tutmaz olmuş.
Şimdiye kadar şansı yaver gitmiş de buralara kadar gelmiş. Peki ya bundan sonra ne yapacaktamış? İşte bunu düşünmekten geceleri uykuyu kaçırmış. Bir sabah kalkınca görevden affını istemeye karar vermiş. Bu niyetle padişahın huzuruna çıkmayı talep etmiş. Padişah o sırada sarayın bahçesinde geziyormuş.
Yanma yaklaşan müneccimbaşıyı görünce daha o ağzını açmadan soruvermiş, “Bil bakalım müneccim efendi, avcumda ne var?”
Müneccim afallamış. Bir padişahın eline bakmış, bir de kendisine gülümseyerek bakan yüzüne.
Ne diyeceğini bilememiş, kendi kendine “İşte böyle, bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, en sonunda yakalanırsın çekirge” diyerek söylenmiş.
“Bildin” demiş padişah avucunu açıp içindeki çekirgeyi salarken, “Yine bildin! Dile benden ne dilersen!”
“Sağlığınız hünkârım” demiş müneccim nezaketle. Padişah ısrar edince de isteği dökülmüş dudaklarından, “Efendim beni bağışlasanız, artık yaşlandım, köşeme çekilip kendimi ibadete vermek istiyorum. Saraylarda yaşamak bana göre değil. Müsaade ederseniz, bu görevi bırakıp fakirhaneme dönmek istiyorum.”
Padişah müneccimini hiç bırakmak istememiş ama söz ağızdan bir kere çıkar diye müneccimin bu dileğini de yerine getirmiş. Müneccim evine geri dönmüş, huzur ve şükür içinde kalan ömrünü tamamlamış.
İşte böyle, gizli veya kanunsuz işler yapanlar belki bir iki defalık başarılı olabilirler ancak en sonunda yakayı ele verirler, foyaları meydana çıkar.