Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri İle Halk Şiiri Arasındaki Farklar
Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri İle Halk Şiiri Arasındaki Farklar
Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri Halk Şiirinden Etkilenmesi
Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri İle Halk Şiiri Arasındaki Benzerlikler
Cumhuriyet’in ilk yıllarında edebî geleneğin belli sınıflara ayrılması ve bu ayrımda halk edebiyatının öne çıkarılması kültür politikalarına göre şekillenir. Yeni kumlan devletin sosyal yapıyı oluşturma mücadelesi çerçevesinde meseleye yaklaşması kaçınılmaz bir durumken, divan edebiyatı/halk edebiyatı ayrımının
Cumhuriyet’ten çok önceleri gündeme gelmiş olduğu bir gerçektir. Namık Kemal’in 1866’da yayımlanan Lisan-ı Osmanînirı Edebiyatı Hakkında… makalesinin yanı sıra Ziya Paşa’nın 1868’de yayımlanan Şiir ve İnşa makalesinde “Osmanlıların şiiri nedir? ” sorusu üzerinden ayrıma gitmesi ilk eleştirel çalışmalardır. Ziya Paşa’nın Necati, Nefi, Baki gibi şairleri bir sınıfta, ‘çöğür şairlerini’ ayrı bir sınıfta değerlendirmesi edebiyatımızda böyle bir ayrımın o yıllarda da var olduğunu gösterir. Divan edebiyatı adlandırılması ise Yeni Lisan hareketi içinde Ali Canip Yöntem’in ders kitabında kullanımıyla resmiyet kazanır. Tanzimat şairlerinin gerçeklikten kopuk olmakla itham ettikleri Osmanlı şiiri, 1910’lardan itibaren kötülenmek ve istenmeyen bir tür olarak gösterilmek için divan edebiyatı, yüksel zümre edebiyatı, saray edebiyatı adlandırmalarıyla karalanır.“Edebiyatta hangi nitelikler istenmiyorsa bu nitelikler divan edebiyatına atfedilerek ötekileştirilir. ” (Armağan, 2012: 51)
Osmanlı şiirini geçersiz kılmayı amaçlayan eleştiriler sosyal yapıyı dönüştürmeyi hedefleyen yeni zihniyetin kültür politikalarının bir neticesi olarak görülmelidir. Cumhuriyet döneminde divan şiirine karşı ortaya konulan bu yaklaşımın temeli Tanzimat döneminde atılmakla birlikte özellikle 1908-1923 yıllan arasında oluşturulmaya çalışılan Milli Edebiyat’ın nasıl olması gerektiği ile ilgili tartışmalar, halk şiirine yeni bir bakış açısını meydana getirir. Osmanlı edebiyatının halk şiirine karşı küçümseyici yaklaşımı Milli Edebiyat akımı ile birlikte ters dönmüştür. Anadolu’da teşekkül eden edebiyat ilk yıllarından itibaren iki koldan gelişir: Birincisi, medreselerde yetişen Arapça ve Farsça tahsil görmüş münevverlerin oluşturduğu edebiyat; İkincisi ise İslamiyet öncesi Türk edebiyatının sözlü geleneğini sürdüren çoğu tahsilsiz tekke, tasavvuf ve âşık edebiyatı mensuplarının meydana getirdiği şiirdir. Medrese ehli divan şairleri, halk şiirine karşı açıkça “tezyif ve tahkir edici bir tavır takın ” maktadırlar. (Kolcu, 2007:17)
Milli kimliğe sahip bir edebiyat oluşturmanın peşinde olan Genç Kalemler, Tanzimat’tan bu yana devam eden sadeleşme isteğini halk edebiyatı temelli bir anlayışla yerleştirilebileceğini savunurlar. Divan edebiyatın yerine bir model olarak sunulan halk edebiyatı, dilin sadeliğini merkeze alarak yeni şiiri inşa edecek şairlere örnek olarak gösterilir. Halk edebiyatının keşfi, yerli ve millî olma düşüncesi çerçevesinde değerlendirilmiştir. Ayrımın temelinde dil farklılığı vardır. Divan şiiri halk tarafından anlaşılmazken halk şiiri, halkın dilini kullanarak bu milletin duygu ve düşüncesini yansıtmaktadır. Divan şiiri hayatın gerçekliğinden uzaktır; halk şiiri ise bu toprağın gerçekliğini ele almaktadır. Temel mesele modernleşme çabalan içinde eskiyi reddetmek ve yeni bir edebî zihniyet oluşturmaktır. Halk edebiyatının keşfi içinde büyük bir halk şairi olarak Yunus Emre’nin edebî ortama sunulması, halk diliyle nasıl şiir yazılacağına örnek teşkil etmesi bakımından Cumhuriyet’in ilk yıllarında büyük bir görev üstlenmiştir. Yunus Emre’nin keşfi, aynı zamanda geleneğin icadıdır.
Milli Mücadele ve Mütareke dönemlerinde yaşanan hece-aruz tartışmaları, halk edebiyatının “edebî zihnin” temeli olarak kabul edilmesine zemin hazırlar. Cumhuriyet’in ilk yıllarında hece veznini kullanarak şiir yazan Beş Hececiler, içerik olarak da halk edebiyatım kendilerine örnek alırlar. Halka yönelme, halkın sorunlarını ve yaşama tarzını anlama amacıyla halkın kullandığı dili temel alan bir edebiyat inşa edilir. Bu tam anlamıyla “Memleket Edebiyatı”dır. Halit Fahri Ozansoy’un 1921 ’de yayımlanan “Aruza Veda” şiiri, Faruk Nafiz Çamlıbel’in Anadolu’ya dönüşe çağrı niteliği taşıyan “Sanat” şiiri halk edebiyatının zaferidir. Başlangıçtan itibaren devam eden hecenin milli-aruzun gayr-ı milli, hecenin Türkçeye uygun-aruzun Arapçaya uygun olduğu tartışmaları Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında da devam etmiştir. (Kolcu, 2007: 242) Bu tartışmalardan halk edebiyatı zaferle çıkacaktır.
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Memleket edebiyatı anlayışı çerçevesinde şiir yazan hecenin beş şairi, halk edebiyatının içerik ve yapı unsurlarını eserlerine taşımışlardır. Ferhat ile Şirin’den Kerem ile Aslı’ya, dörtlüklerle ve hecenin yaygın vezinleriyle yazılan bu şiirler her şeyden önce sade Türkçe kullanımına olanak sağlamaktadır. Halk şiirinin en önemli özelliğini yani “şiiri, halktan birinin, yine halk diliyle icra etmesini bu dönem eserlerinde görmek mümkündür. (Şişman, 2010: 50)
1950’lere kadar varlığını devam ettiren Halkevleri’nin ve Köy Enstitülerinin işlevine özellikle değinmek gerekir. Köy kökenli öğretmenlerin halk şiirini esas alan şiirleri çoğunluktadır. Bu doğrultuda Ahmet Kutsi Tecer’in çalışmaları önemlidir. Ülkü dergisinin idaresini üstlenmesinden sonra folklora büyük ağırlık verir. (Enginün, 2006: 46) “Orda bir köy var uzakta/O köy bizim köyümüzdür/ Gezmesek de tozmasak da/ o köy bizim köyümüzdür” sloganı çerçevesinde özetlenebilecek çalışmalar, halkı anlamanın ve tanımanın, milli bir edebiyatı sade Türkçe içinde kurmanın ancak halk edebiyatı ve halkbilimi dairesinde mümkün olabileceğini gösterir.
Bu dönemde Ahmet Kutsi Tecer ve Beş Hececiler dışında halk edebiyatı unsurlarını şiirlerinde yoğunlukla kullanan bir diğer isim Bedri Rahmi Eyüpoğlu’dur. Köy türkülerindeki ifadeleri şiirine başarı ile taşımıştır. Nazım Hikmet çizgisine bağlı toplumcu gerçekçi şairler de Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren halk şiirini oluşturan kaynaklan eserlerinde kullanmışlardır. Tarihsel materyalizm anlayışına bağlı olarak halk şiirinin özellikle isyan ve düzene başkaldırma yönünü ön plana çıkarmaya çalışmışlardır.
Folklorik unsurların modern Türk şiirine kaynaklık etmesi gerektiği görüşü 1950’lere kadar devam etmiş her kesimden şairi etkisi altına almıştır. Folklorun modem hayatın karmaşık kent yaşantısını sağlıklı bir şekilde yansıtıp yansıtamayacağı ise ilk kez İkinci Yeni şairleri tarafından sorgulanmıştır. Cemal Süreya Ekim 1956’da a dergisinde yayımlanan “Folklor Şiire Düşman” başlıklı yazısıyla ilk ciddi çıkışı yapmış ve edebiyat gündeminde konu ile ilgili önemli tartışmalara sebep olmuştur. Halk şiirinin kalıplaşmış benzetmeleri ve ifadeleriyle modem hayatın tasvir edilemeyeceğini öne süren Süreya, şiirimizin yaşanan zamanın sorunlarını ve kent insanının karmaşık, bunalımlı ruh halini yeni imkânlarla anlatması gerektiğini öne sürmüştür.
1960-1970 arasında özellikle 68 Kuşağı olarak bilinen Marksist şairler sınıf çatışmasını ve ekonomik gelir dağılmamdaki dengesizliğin insan hayatındaki olumsuzluklarını kırsal kesim/köy yaşantısı çerçevesinde yeniden ele almaya çalışmışlar, bunu gerçekleştirmek için ise halk şiirinin imkânlarını sıklıkla kullanmışlardır. Ahmet Arif’in günlük konuşma dilinin ağız özelliklerini deyimler ve halk söyleyişleriyle birlikte harmanlayıp kullanması bu dönem şairleri için örnek olmuştur. Kemal Özer’den Attilâ îlhan’a, Ataol Behramoğlu’ndan Haşan Hüseyin’e toplumcu gerçekçi şairlerin çoğunda halk şiirinin şekil ve içerik özelliklerini görmek mümkündür.