Romanda Olay Örgüsü Hakkında Bilgi
Romanda Olay Örgüsü Hakkında Bilgi
“Olay örgüsü; düzenli, organize edilmiş olaylar ve eylemler dizisidir.” (Hawthom, 2014: 208) Olay örgüsü, romanı oluşturan bütün unsurları içine alan bir yapı, bir iskelettir. Bir anlatının başarısı olay örgüsünün sağlam olmasına bağlıdır. Okuyucuda bir heyecan, bir gerilim duygusu uyandıran taraf, olay örgüsüdür. Olay örgüsü, yazarın kurguyu nasıl gerçekleştirdiğinin somut göstergesidir. Olay örgüsüne bakarak yazarın eseri yazma nedenlerini ve nasıl yazdığını belirleyebiliriz. Mehmet Tekin’in Culler’den iktibas ettiği gibi; olay örgüsünün aslında olayları anlatmak değil, “gerçek bir öykü oluşturmak için” olayları belirli bir amaç doğrultusunda, belirli bir düzene sokmak (Tekin, 2002: 69) olduğunu söyleyebiliriz. Yazar, bazı olay halkaları üzerinde daha fazla duracak, gereksiz ayrıntıları görmezlikten gelecek, zamanda ileri geri sıçramalar yapacak ve olay örgüsünü yeniden kurgulamış olacaktır.
Olay örgüsünün; heyecan uyandırmak, gerilim yaratmak gibi fonksiyonları bulunmakla birlikte eser içinde tek işlevi bundan ibaret değildir. Olay, romanın kurgusunda ana öğelerden biridir. Romandaki işlevi sadece okurun merakını artırma ve ilgisini canlı tutma değildir. Kişilerin belirlenmesinde, romana düşünsel ve ruhbilimsel bir boyut kazandırılmasında, romanın herhangi bir sorunsallığı içermesinde olay ve olgunun görevi büyüktür.
Modem roman, olayı tamamen kaldırmayı veya daraltmayı hedeflemiş ve kısmen de olsa bu noktada başarılı olmuştur. Buna rağmen olaysız bir anlatı mümkün olamayacağından olay tamamen romandan çıkarılamamıştır. Postmodern romanda ise olay örgüsü, romanı oluşturan kurgusal öğelerin düzenlenmesinde bir araç işlevi ile görevlendirilmiştir.
Roman ve hikâyenin olay örgüsü, bütün edebî eserlerin genel bir niteliği olması bakımından, itibari(fıktif)dir. Olay örgüsü, yaşanan gerçeklikten veya kurmaca gerçeklikten yapılan seçme ve ayıklama neticesinde yeniden düzenleme veya kurgulama etkinliğidir. Olay örgüsündeki olayların gerçekliği, hayatın gerçekliğinden tamamen farklıdır. (Çetişli, 2000: 22) Tekin’in de belirttiği gibi “Tarihçi vaka üzerinde konuşur; romancı vakayı konuşturur; ona, yeni bir nitelik ve misyon kazandırarak yapar bunu.” (Tekin, 2002: 62) Vakanın kurmaca oluşu gerçeklikten kopuk olduğu anlamına gelmez: “Vaka romanın hayata dönük yüzü, romanın vitrinidir. Vaka uydurulmaz, hayattan ödünç alınır. Ödünç alınmasına rağmen, bir romanın cazibe merkezi onun etrafında kurulur. Zaman, mekân, kişi… gibi öğeler onun için vardırlar. Vakayı canlı, gerçeksi kılan bu öğelerdir.” (Tekin, 2002: 63)
Yazarın gerçekleştirdiği seçme, ayıklama ve düzenleme etkinliği anlatı metnine kurmacalık katar. Dolayısıyla ortaya çıkan kurmaca dünya ne hayatın bir kopyası olur ne de tamamen dışında kalır. Romanı biyografiden, hatıradan, tarihten farklı kılan bu niteliğidir. Romancı gerçek bir olaydan yola çıksa bile bir ayrıntıyı öne alıp, çok önemli bir tarihî olayı bu detay için fon olarak kullanabilir. Metnin kurmacalığı sayesinde metni okuyan farklı seviyede, farklı düşünce ve duygu dünyasına ait okuyucuların her biri olayı kendi içinde tekrar kurar. Bu nedenle “itibârî metinde doğruluktan değil, tutarlılıktan söz etmek yerinde olur.” (Aktaş, 2000: 39)
Çatışma terimi de kurmaca metinler ve olay örgüsü bağlamında üzerinde önemle durulan bir kavramdır. İnsan ilişkilerinin olduğu bir yerde mutlaka bir çatışma ortaya çıkar. “Aynı işle uğraşan ve bir arada çalışmak zorunda olan iki insan ya birbirlerine yardım eder, bu takdirde anlaşma sağlanır veya birbirlerine karşı olurlar, o zaman da çatışma ortaya çıkar. İlgisizlik de bir çeşit dışa aksetmeyen çatışmadır.” (Aktaş, 2000: 47) “Öykünün yaslandığı her olay, gerçekte insanın eyleme dönüşmüş tutkuları, özlemleri, düşleri ya da istemleridir. Bu yönden her olay, ya da durum bir sorunu beraber getirir. Bu sorun, insanın insanla, insanın doğayla, insanın toplumla ya da insanın kendisiyle olan çatışmasında bir yön içerir. Öykünün ilk satımdan son satırına değin okurun ilgisini ayakta tutan da budur.” (Özdemir, 1999: 222)
Olay örgüsü; eserde ele alınan çatışma ne tür bir çatışma olursa olsun, bu çatışmanın gelişmesiyle gelişir, çözülmesiyle de çözülür. Çatışma ise belli bir tarihî devirdeki kahramanların durumları, maksatları, hareketleri, kişilikleri bakımından birbirlerine karşı olmaları neticesinde ortaya çıkan, keskinleşen hayat karşıtlığıdır. Çatışma ayrı ayrı kişiler arasında da, kişilerin ayrı ayrı gruplan arasında da olabilir. Edebi eserde, şahsi menfaatle toplum menfaatinin karşı karşıya gelmesi sonucu ortaya çıkan çatışmaya da rastlarız.
Anlatma esasına bağlı edebi türlerde olay örgüsünün belli başlı üç temel şekli kullanılmaktadır. Bunları bir kaçının bir arada kullanılmasıyla oluşan karma olay örgüsü tipinden veya tiplerinden de bahsedilebilir.
- Tek zincirli olay örgüsü: Vaka, tek bir zincir halinde nakledilir. Bu gruba girenler daha ziyade, Sergüzeşt romanı cinsinden eserlerdir. Bir merkezî insan vardır, onun belirli bir zaman dilimi içinde sürdürdüğü yaşayış tarzı söz konusudur. Eserde anlatılan her şey bu şahısla ilgilidir. Birbirine zincirleme bağlanmış metin halkaları tek bir vakanın parçalan durumundadır.
- Çok zincirli olay örgüsü: Eserin vakası, iki veya daha fazla vaka zincirinden meydana gelir. Bunlar bazı noktalarda kesişirler. Bir hadise belirli bir noktaya kadar nakledilir, sonra bir başkasına geçilir. Bu geçişler umumiyetle vaka zincirlerinin kesiştiği noktalardır. Söz konusu kesişme noktalan her iki veya daha fazla vaka zincirinde ortak bir yer, şahıs ve tema olabilir.
- Helezonik (iç içe) olay örgüsü: Bir vaka, bir başka vaka içine yerleştirilerek sunulur. Bu durumda ilk vaka İkinciye çerçeve vazifesini görür. Böyle eserlerde vaka zinciri yerine iç içe girmiş vakalardan söz etmek yerinde olur. (Aktaş, 2000: 74, Çetişli, 2000: 22)
Postmodern romanda kurgu oldukça ilginç bir konudur ve postmodern roman en çok bu yönüyle klasik ve modem tarzdaki romandan ayrılır, denilebilir. Postmodern romanlardaki kurgunun genel-geçer tanımlarına uymadığı görülür. Postmodern roman yazarlarının her konuda olduğu gibi kurgu konusunda da bilindik çerçeveler içerisinde kalmayı reddettikleri, “üstkurmaca“ adı verilen yeni bir kurgu yöntemi kullanmayı tercih ettiklerine tanık oluruz. Postmodernistlerin “gerçeklik” kavramına bakış açılan farklı olduğundan bilindik kurgu tekniklerini kullanmamaları oldukça doğal bir tutumdur. Postmodern anlayışa göre “gerçeklik” değişken bir olgudur ve belirsizdir. Bu düşünce biçiminin kökeninde, büyük ölçüde, bilimin eski gücünü yitirmiş olması yatmaktadır. Uzun bir süredir doğruluğuna büyük bir sadakatle inanılan bilimsel bulguların, yeni saptamalarla geçerliliğini yitirmiş olması bilime duyulan güveni sarsmıştır. Einstein’in rölativite kuramı, Kuantum teorisi, Stephan Hawking’in Zamanın Kısa Tarihi adlı yapıtında zamanla ilgili ortaya koyduğu yeni bilimsel buluşlar, “gerçek” olduğu düşünülen şeylerin büyük bir yanılsamadan ibaret olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla postmodernistlerin tercihi “gerçeklik” kavramından uzak durmak yönünde olmuştur. (Özot, 2014: 979)