Sabrı Taşmak Deyiminin Açıklaması Anlamı Hikayesi Kısa
Sabrı Taşmak Deyiminin Açıklaması
Sabrı Taşmak Deyiminin Anlamı
Sabrı Taşmak Deyiminin Hikayesi Kısa
Sabrı Taşmak Deyiminin Öyküsü
SABRI TAŞMAK DEYİMİNİN ANLAMI
- Artık dayanamaz, katlanamaz, çekemez duruma, noktaya gelmek.
SABRI TAŞMAK DEYİMİNİN HİKAYESİ
Eskiden, memleketin birinde küçük bir kız vardı. Anne ve babasıyla birlikte, mutlu bir şekilde yaşayıp gidiyorlardı.
Nasıl oldu, kimse bilmiyor; birden şansı döndü küçük kızın.
Arka arkaya büyük talihsizlikler yaşadı: Önce babasını, hemen arkasından annesini kaybetti.
Tek yakını kalmıştı hayatta: para delisi amcası!
Aklı fikri mirasta olan amca, kızın yaşının küçük olmasından yararlanıp hemen kendini vasi tayin ettirdi.
Kızı da yanına aldırıp hizmetçi gibi kullanmaya başladı. Yengesi bir yandan, kuzenleri bir yandan kızı itip kakıyor, olmadık eziyetler ediyorlardı.
Yavrucak her gece yatağına gözyaşları içinde giriyor, hıçkırıklara boğuluyordu. Şu dünyada derdimi açabileceğim, dertleşebileceğim kimse yok, diye kahroluyordu.
Bir gece yine, başını yastığa koyduğunda, ağlaya ağlaya uyuyakalmıştı.
Rüyasında aksakallı, güler yüzlü bir ihtiyarla karşılaştı.
“Benim adım Eyüp Sultan,” diye tanıttı ihtiyar kendini. Şaşkınlık içinde bakan küçük kızın sırtını sıvazlayarak:
“Sabır kızım, sabır,” dedi.
Yeşil bir çanak uzatarak:
“Al bu çanağı, iyi bir yerde sakla,” dedi küçük kıza. “Onlar sana ne kadar kötü davranırsa davransın, sen ‘ya sabır!’ çek. Ağladığın zaman gözyaşlarını bu çanakta biriktir. Çanak dolup taştığı gün, inşallah senin de çilen bitecek!”
Kızcağız heyecan içinde uyandı. Güler yüzlü ihtiyar yoktu yanında ama yeşil çanak başucunda durmaktaydı. Hemen alıp sakladı onu. Gördüğü rüyadan da kimseciklere söz etmedi.
Ötekilerse eziyetlerini günden güne artırıyor, kızı yıldırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Ağlayarak yatağa girdiği her gece, küçük kızın aklına Eyüp Sultan’ın söyledikleri geliyor, sakladığı yerden çanağı çıkarıp gözyaşlarını içine akıtıyordu.
Haftalar sonra bir gün, çanağın taşmak üzere olduğunu gördü küçük kız. Çok heyecanlandı. Çilesi bitecek miydi yoksa sonunda? Eyüp Sultan’ın söylediği gerçekleşecek miydi? Gözünden süzülen bir iki damla yaş, o gece, sabır çanağını taşırınca sabaha kadar uyuyamadı.
Gün doğmadan, kendisine oda diye verilen delikten dışarı fırladığında şaşırıp kaldı: Amcası, yengesi ve kuzenleri ayaktaydı. Üç tane de büyük çanta duruyordu önlerinde. Amca, onu görünce her zamanki sert sesiyle:
“Biz seyahate çıkıyoruz, bir ay yokuz,” dedi.
Sonra kulağını çekerek:
“Eve göz kulak ol; geldiğimizde her şeyi bıraktığımız gibi bulacağız, tamam mı? Yoksa başına gelecekleri, sen daha iyi bilirsin?”
Küçük kız sevindiğini belli etmeden, başını sallayarak cevap verdi. Bir ay eziyet görmeyecek, rahat edecekti hiç değilse.
Aksakallı ihtiyarın dediği bu muydu acaba? Ama o, “Çilen bitecek,” demişti. Bir ay için mi söylemişti bunu? Neyse, bir aya bile razıydı o… Yalnız geçireceği günlerin keyfini çıkarmaya başladı.
On gün sonra kapı çaldığında yüreği hop etti küçük kızın. Am-
çaları, erken dönmüş olmasındı sakın? Bundan kötü haber olamazdı doğrusu. Korka korka kapıyı açtığında karşısında postacıyı görünce, derin bir soluk aldı.
“Bu telgraf size küçükhanım.”
Küçük kız, telgrafı açıp hızla okuyunca ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi: Amcalarının bindiği gemi batmış; kazada kimse kurtulamamıştı.
Aksakallı ihtiyarın dediği çıkmış, küçük kızın çilesi bitmişti sonunda. Amcasının mirası da ona kalmıştı üstelik.