Tembel Çocuk Masalı
Tembel Çocuk Masalı
Zamanın birinde babası ölmüş bir çocuk varmış. Bu çocuğun yetişkin çağı gelmiş. Ama bu çocuk çok tembelmiş. Bir gölgeden kalkar, öbür gölgeye otururmuş. Hiçbir iş yapmazmış. Yine bir gün o böyle tembel tembel otururken oradan bir pekmezci geçiyormuş. Pekmezciye demiş ki:
«Pekmezci, avcuma bir avuç pekmez dök!»
Pekmezci bunun avcuna pekmez dökmüş. Bu da pekmezleri üstüne sürmüş. Etraftaki sinekler pekmezin kokusunu alınca bunun üzerine konmuşlar. Bu bir tokat atmayla sineklerin on tanesini öldürmüş. «Alnıma» demiş «yazdıracağım: Bir tokatta on can aldı», diye. ister istemez bunun alnına «bir tokatta on can aldı» diye yazmışlar.
Yola çıkıp memleketi dolaşmaya karar verir. Geze geze padişahın ülkesine gelir. Padişahın adamları bakarlar ki bunun alnında «bir tokatta on can aldı» diye yazıyor, hemen bunu padişaha götürürler. Padişah bunu birkaç gün besler.
Civardaki bir dağda da bir arslan varmış; kimseleri komaz, yermiş. Padişah bunu güçlü kuvvetli görünce bu arslanın üzerine göndermeye karar verir. Çağırır yanına :
«Yanına kaç tane adam istersin arkadaş? Gideceksin, dağda bu arslanı öldüreceksin».
Olurdu, olmazdı, derken padişah der ki: «Gideceksin, gitmezsen kellen cellât olacak!»
«Tamam, madem öyle, gidelim».
Padişah bunun yanına dokuz adamını verir, bir kendisi on kişi ederler. Bunlar binerler atlarına, yola çıkarlar.
Arslanın olduğu dağa varırlar, başlarlar arslanla mücadele etmeye. Bunlar mücadele ederken arslan diğer dokuz kişiyi parçalar. Bu ne yapsın kurtulmak için, hemen bir çam ağacının tepesine çıkar. Arslan bakar ki gelenlerden bir tanesi çam ağacının üstünde, başlar o ağacın kökünü kemirmeye. Arslan ağacın kökünü iyice kemirir. Bu bakar ki ağaç devrilecek, hemen yanındaki çama atlar. Bu sefer arslan o çamın kökünü kemirmeye başlar. Bu bakar ki kurtuluş yok, «yumayım gözümü, atayım kendimi ağaşıya. Varsın yerse yesin. Hiç olmazsa kurtulurum» der. Yumar gözünü, atlar. Atlayınca tam arslanın üstüne düşer. Yelesinden sıkıca tutup koşuya çıkar. Arslana basar yumruğu. Aklınca arslanı yoracak da ondan kurtulacak.
Hemen padişaha haber verirler: «Padişahım, seninki arslanın sırtına binmiş, geliyor».
Padişah hemen emir verir: «Çabuk söyleyin kendisine, şehrin içine girmesin!»
Oğlan arslanın sırtında sarayın meydanına gelir. Arslan yorulmuş, düşüp ölür. O vakit padişah bunu kendisine vezir yapar. Bu tembel de o memlekette vezir olarak kalır.
Biz bıraktık kendilerini, varsın geçinsinler.
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde iki kardeş varmış. Bunlardan biri gayet zengin, öbürü de gayet fakirmiş. Fakir olanın da çocuğu çokmuş. Zenginin İse hiç çocuğu yokmuş.
Bir kurban bayramı günü fakirin karısı kocasına der ki:
«Çocukların hep elbiselerini yamaladım. Kardeşine gidesin, bize bir oğlacık versin. Biz de bayram edelim».
Adam eline bir ip alır, kardeşinin kapısına gider.
«Tak tak»
İçeride zengin kardeş hizmetçisine sorar: «Kimdir?»
«Kardeşiniz geldi».
«Kendisine evde olmadığımı söyle».
Fakir kardeş de sesini işitir. Hizmetçiye der ki:
«Onun evde olduğunu biliyorum».
Bunu işiten kardeşi de «şaka ettim be kardeş. Ne var? Hayır ola?» diye söze karışır.
«Bana bir oğlak ver. Bayram geldi. Çocukların elbiselerini yamaladık. Oğlağı da bayramda kesip yiyelim».
Zengin kardeş hizmetçisine seslenir: «Ver, yesin şeytanlar».
Hizmetçi güzel bir oğlacık verir. Ama bu konuşma fakir kardeşin çok fenasına gider. «Bu bana niye bu lafı etti, niye ‘şeytanlar yesin’ dedi» diye düşünmeye başlar. Oğlağı alıp giderken geri götürüp vermeyi düşünür. Tam bu sırada bir ihtiyar çıkagelir.
«Ne var arkadaş?»
«Gittim kardeşimden bir oğlak istedim. Hizmetçisine dedi ki: ‘Ver, yesin şeytanlar’ buna üzülüyorum».
«Hiç merak etme oğlum. Sen güzel güzel git. Filan yerde bir köprü vardır. Orada şeytanların düğünü vardır. Güzel güzel oğlağı götür. ‘Bunu size hediye getirdim’ diye ver. Sana içki ikram edecekler, sakın içmeyesin. Onlar sana oğlacığı boğazlaman için emredecekler. Boğazla ve derisini yüz. Sonra sana ‘dile bizden ne dilersen?’ diyecekler. Sen de diyeceksin ki ‘bir değir- mencik verin bana; gideyim, anneme bulgur öğüteyim de çorba yapsın’. Bu değirmenin bir düğmesi var, buna basınca ne dilersen olur».
Bu hemen oğlacığı alır, götürür.
«Hoş geldin. Gir içeri».
Kendisine içki ikram ederler, içmez. Oğlacığı boğazlar, onarır, ciğerini çıkarır. Derler ki:
«Dile bizden ne dilersen?»
«Dilerim sizden bana bir değirmencik veresiniz. El değirmenciği ki bulgur öğüteyim anneme».
«Ah, ağır yerimizden bastın».
Vermişler değirmeni, bu da alıp evin yolunu tutmuş. Evine yaklaşınca karısı bakar ki kocasının koltuğunun altında iki tane taş. «Bak yahu, adam bize oğlacık getireceği yerde iki tane taş getiriyor. Amma adam yahu». ‘
Kocası da kapıya gelir : «Aç yahu kapıyı!»
«Hadi yahu sende, gittin, bana taş getirdin».
«Aç yahu».
Karısı kapıyı açar. Kocası der ki: «Ne istersin?»
«Çörek isterim çörek, sıcak çörek».
Kocası düğmeye basar, «sıcak çörek» der. Evin içi sıcak çörek ile dolar. «Becerdik» diye sevinir. Düğmeye tekrar basar, der ki: «En iyi kumaştan birer kat uruba».
Urubalar da hemen gelir. Ertesi gün de bayram… Giyinirler, güzel güzel camiye giderler bayram namazını kılmaya. Baba ile oğulları uzaktan göze çarparlar. Zengin kardeş de camiye gelmiş. Görür, ne görsün. Kendi kendine «daha dün bunlar benden oğlacık istedi, dilendi. Nasıl olur da böyle giyinirler?»
Vaazı bile beklemeden kardeşinin yanına gider:
«A kardeşim, nedir bu iş? Daha dün benden oğlak dilendin ».
«Dur, vaaz bitsin, sana anlatırım».
Nihayet vaaz biter, herkes camiden çıkıp bayramlaşır. îki kardeş de buluşurlar. Zengini der ki:
«Be kardeş, nedir bu hal?»
«îşte, sen bana oğlacığı verdin ‘götür yesin şeytanlar’ diye, ben de götürdüm şeytanlara. Onlar da bana dediler ki : ‘Dile bizden ne gilerlen?’ Ben de bir değirmencik diledim. Değirmeni alıp eve götürdüm. Düğmesine basınca ne istersem bana veriyor».
Kardeşi hemen atılır: «Be kardeş, satar mısın o değirmeni bana.Bütün malımı, mülkümü, bankadaki paramı, hayvanlarımı hep sana vereyim. Sen bana bu değirmeni ver. Ben Amerika’ya gideyim».
«Vereyim be kardeş, yalnız bana üç gün müsaade».
Fakir kardeşin ambarları varmış. Götürmüş değirmeni oraya, basmış düğmesine, «altın para» demiş. Değirmen üç gün altın para çıkarır, ambarları doldurur. Sonra değirmeni kapatıp kardeşine götürür.
Kardeşi bütün mallarını buna bırakıp değirmeni alır, Amerika’ya gitmek için vapura biner. Yolda giderken kaptan der ki:
«Şu kadar ton tuz alacaktık, unuttuk».
Bu hemen atılır: «Ben sana vereyim».
«Yemeğe koyacak değiliz».
«Nene lazım yahu senin; benim bir değirmenim var, düğmesine basarsam bana istediğim kadar tuz verir».
«Peki, öyle olsun».
Adam bastırır değirmenin düğmesine, «tuz öğüt bana» der. Değirmen başlar tuz öğütmeye «Vır, vır, vır» tuz öğütür. Ambarın biri dolar, öbürünü açarlar. O da dolar, bir başka gözü açarlar. Hepsi de dolunca kaptan:
«Haydi durdur» der.
Kardeşi değirmenin nasıl durdurulacağını tarif etmediği için değirmen durmadan tuz öğütür. Vapurun içi hep tuz ile dolar, taşar. Küreklerle denize atarlar, daha ziyade tuz olur. Nihayet vapur batar, değirmen de denize düşer. İşte o değirmen hâlâ tuz öğüttüğü için denizlerin suyu tuzludur.