Türk Edebiyatında Klasikler Tartışması
Türk Edebiyatında Klasikler Tartışması
Yeni Edebiyat Döneminde Klasikler
Servet-i Fünun Döneminde Klasikler İle İlgili Tartışma
Türk Edebiyatında klasik meselesi hakkındaki tartışmalar, 5 Eylül 1897 yılında Ahmet Mithat’ın “Müsâbaka-i Kalemiyye İkrâm-ı Aklâm” adlı yazısıyla başladı. Ahmet Mithat’ın başını çektiği “klasikler tartışması”, dönem aydınlan tarafından bizde klasik var mıdır, neyi klasik kabul etmeliyiz çerçevesinde yaklaşık üç ay kadar sürecek olan edebî polemiğe zemin hazırlamıştır.
Ahmet Mithat, “îkram-ı Aklam” adlı yazısında bizim henüz klasik bir dönemimiz olmadığını ve Faust’lar, Le Cid’ler, Andromaque’lar ve Romeo ve Ju- liet’ler değerinde eserler meydana getirmemizin mümkün olmadığını vurgularken, hiç olmazsa bunlann çevirilerinin yapılması gerektiği önerisini sunar. Mithat’m bu görüşlerini yayınlamasının ardından dönemin aydm ve yazarlarından Ahmet Cevdet, Cenap Şahabettin, Necip Asım, İsmail Avni, Hüseyin Daniş, Ahmet Rasim, Hüseyin Sabri ve Sait Bey gibi isimler, klasiklerin değeri, çevirilerine duyulan ihtiyaç, bizde klasik dönem bulunup bulunmadığı hakkında yazılar yayınlamışlardır. Ahmet Mithat’ın klasikler konusundaki tüm düşüncelerine en sert tepki “Vakif’ ve “Tarik* başmuharriri olan Sait Bey’den gelmiştir.
Ahmet Mithat’a göre en genel çerçevede klasik, “her şeyin baştan başma fevkaladesine aliyyü’l-alâsına” denir. (Kaplan, 1998: 18) Hüseyin Sabri’ye göre, öteden beri yapılmakta olan ve böylece gelenek haline gelen her türlü şey için klasik kelimesi kullanılabilir. Klasik eser nedir sorusunun da net ve belirli bir cevabı bulunmamaktadır. Yazarların, klasik bir eserin konusunda temizlik ve doğruluk olmalı, yazma biçimi ve üslubuyla güzel ve açık olmalı, anlatılmak istenen kolay anlaşılır olmalı, üzerinde durulan düşünce bakımından bir değer taşımalı,
çoğunluk tarafından değer verilen dinî, tarihî ve ahlaki normlara aykırı olmamalı ve bütün bu nitelikleriyle gelecek nesillere bırakılabilecek ve insanlığın faydalanabileceği sevilen, beğenilen eserler olmalı görüşlerinin ardından, klasik bir eserin güzelliği söz konusu olduğunda, bu güzelliğin nasıl belirlenebileceği meselesi de bir sorun olarak gündeme gelmiştir. Klasik eserlerden söz edilirken, bunların büyük yazarların eserleri oldukları görüşüne yer verilmiş, fakat bu yazarları büyük yapan noktalar üzerinde pek durulmamıştır. (İsen, 2011: 60)
Ahmet Mithat, bir milletin ilk çağlarına ait diline göre yazılmış eserleri eski klasik, dildeki yenilikler doğrultusunda meydana getirilmiş eserleri de yeni klasikler diye adlandırır. Ona göre Racine ve Comeille’ye kadar olan dönem eski klasikler, sonrası yeni klasikler dönemidir. Bizde ise Ahmet Yesevi ile Şeyh Galip arasındaki değişim aynı çerçevede değerlendirilebilir. Yazar, başka bir yazısında da Hamzaname’lerin, Battal Gazi’lerin, Kerem’lerin, Âşık Ömer’lerin ait olduğu dönemi eski klasikler, bunlardan sonra yazılacak olanları da yeni klasikler döneminin eserleri olarak niteler. Ahmet Mithat’ın yeni klasik tanımının milletin büyük çoğunluğunca anlaşılan ortak dille yazılmış olmasına vurgu yaptığı söylenebilir.
Dünya klasikleri meselesi de değişik bakış açılan çerçevesinde ele alınmaktadır. Gerçeği hayal unsuru ile birleştiren yazarlann eserleri klasik olarak değerlendirilmeli diyen görüşe karşılık, bir başka düşünce, ne gerçeğe ne de hayale birbirini gölgeleyecek oranda yer verilmemesi gerektiğini öne sürerek Shakespeare, Lord Bayron, Hugo ve hatta Racine ve Comeille’i bile klasikliğe değer bulmazlar. Bir başka eğilim de klasiğin sınırlarını oldukça genişletir. Hangi millete ait olursa olsun klasiklerin, edebiyat eserleri arasında kendilerine hayranlık duyulan ve bundan dolayı örnek alınmaya değer eser oldukları, genellikle kabul edilen ortak noktalardan biridir. Yine klasiklerin toplumların dil, düşünce ve medeniyetçe en ileri düzeyde bulundukları dönemlerde meydana getirilebildikleri de, üzerinde birleşilen başka bir olgudur. Ancak bunların dünya edebiyatındaki örnekleri söz konusu olduğunda farklı sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Tanzimat dönemi yazar ve aydınları tarafından öne sürülen klasik terimi üzerine tartışmalar, bu terimin hangi ölçütleri taşıması gerektiği konusunda bir birlik olmadığını da göstermektedir. Bugünden bakarak Tanzimat dönemi yazarlarını ve eserlerinin klasik olarak nitelendirilmeleri; Cumhuriyet dönemi yazar ve eserlerinin de son yüzyılın klasikleri olarak adlandırılmaları da bu çerçevede zaman- sal uzaklık ölçütünün ağır bastığını göstermektedir.
Türk Edebiyatını dikkate aldığımızda, Tanzimat dönemiyle ağırlık kazanan bir dizi kültürel yenilik beraberinde dil ve edebiyata yönelik tavır değişikliğini de beraberinde getirmiştir. Modem Türk edebiyatının inşasında en belirgin nitelik ise gelenekten sıyrılma arzusu olarak belirmektedir. Bu yüzden altı yüzyıl boyunca üretilen Osmanlı edebiyat ürünlerinin yok sayılması, edebiyatın kaynağı ya da geleneği olmaktan çıkarılması, edebiyatta bir öz ve kaynak arayışını beraberinde getirmiştir. Zira Osmanlı şiirinin taklit nedeniyle reddedilmesi onun kaynak olma niteliğini yitirmesine yol açar. Bu bağlamda Tanzimat aydınlan ele alman yeni konularını “gerçeklik” ilkesine dayanması için özel bir çaba sarf etmişlerdir.
Klasikler tartışmasının Cumhuriyet’e uzanan yansımalarını Haşan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde başlayan Batı klasiklerinin Türkçeye çevrilmesi çalışmalarında görmek mümkündür. Klasiklerin yoğun bir biçimde çeviri faaliyeti, edebiyatın kendine kaynak araması çabalan olarak düşünülebilir. Tercüme Bürosu başlangıçta, özellikle Batı kültürüne kaynaklık eden Yunan klasiklerinin çevirisini öne almıştı. Bir kültür devrimi anlayışıyla, çevirileri tamamlanan, her yıl sayılan yüzü bulan yapıtlar, Cumhuriyet bayramlarında bir kültür bayramı coşkusuyla 1946’ya kadar okuyucuya sunuldu. Bunların uzantısı olarak, liselerde divan edebiyatı derslerinin kaldırılmasının tartışıldığı bir dönemde, yardımcı kitap olarak okutulmak üzere, Sokrates’in Savunması, Hamlet, Cimri ve Michael Kohlas gibi açıklamalı, notlu klasikler hazırlanmıştı. Vedat Nedim Tör’ün 1930 yılında Hakimiyet-i Milliye gazetesindeki klasik döneme dair bazı önerileri şunlar: “Liselerde divan edebiyatının yeri olmamalıdır. Bugünün neslini Avrupa kültürü ile yetiştireceğiz. Ona her şeyden önce klasik bir sanat terbiyesi vereceğiz. Yunan ve Latin sanatından başlayarak, Avrupa kültürünün sanat numunelerini ve sanat tarihini öğreteceğiz. Bu suretle liseyi bitiren bir Türk genci Nef’î’yi, Nabi’yi, Bakî’yi, Nedim’i anlamayacak, fakat Homer’i, Şekspir’i, Gö- te’yi, Rasin’i, Şiller’i tadacak. Hangi millete mensup olursa olsun her Avrupalı genç bunları bilir, fakat Nef’î’yi tanımaz. Nef’î’yi tanımamak Avrupalılık için noksan değildir. Türklük için de! Fakat Göte’yi bilmemek büyük bir boşluktur.” Bu ifadeler, Tanzimatla birlikte başlayan divan edebiyatını yok sayan anlayışın Cumhuriyet döneminde çok daha uçlara götürüldüğünü göstermektedir. (İsen, 2011:61)