Avucunu Yalamak Deyiminin Açıklaması Anlamı Hikayesi Kısa
Avucunu Yalamak Deyiminin Açıklaması
Avucunu Yalamak Deyiminin Anlamı
Avucunu Yalamak Deyiminin Hikayesi Kısa
Avucunu Yalamak Deyiminin Öyküsü
AVUCUNU YALAMAK DEYİMİNİN ANLAMI
- Umduğunu elde edememek. İstediğini alamamak, yapamamak.
AVUCUNU YALAMAK DEYİMİNİN HİKAYESİ
Avcı Bekir’den iki gündür haber alınamıyordu. Ortalık kış kıyamet… Kar, tipi, fırtına göz açtırmıyor. Dere tepe onu arayan avcı arkadaşları, baktıkları her yerden elleri boş dönmüştü. Herkes kahveye doluşmuş, yapacak bir şey kalmadı diye düşünürken Avcı Bekir, kahveden içeri giriverdi. Kardan adam gibiydi. Zor duruyordu ayakta. Önündeki ilk sandalyenin üstüne yığılıp kaldı.
Biraz sonra kendine geldiğinde başına toplanan herkes aynı soruyu soruyordu: “Ne oldu Bekir, neredeydin iki gündür?” Bekir, önüne getirilen çay bardağını avucuna alıp ellerini biraz ısıttıktan sonra: “O sabah ava gitmeye hiç niyetim yoktu doğrusu,” diye anlatmaya başladı. “Ama baktım, evde yiyecek bir şey yok. Hava fazla kötüleşmeden gidip bir şeyler yakalayayım dedim.
Dedim ama dağın eteğine vardığımda fırtına göz açtırmıyordu artık. Kar da her şeyi kendine çeviriyordu. Koca ağaçlar bile kar altında, küçük kar tepelerine dönmüştü. Ortalıkta canlı olarak bir tek ben vardım. Derken, bir de tipi başlamasın mı? Tamam dedim, bu havada av mav olmaz, ben en iyisi geri döneyim. Döneyim de, yol, iz belli değil ki? İki adım sonra bir kayadan aşağı yuvarlanmayacağım, bir uçuruma düşmeyeceğim nereden belli? Doğrusu korkmadım desem yalan olur.
Başımı sokacak bir kovuk bulup tipi dininceye kadar beklemekten başka çarem yoktu. Bir kar tepeciğinin altını eşeleyip kendime kuytu bir köşe yapmaya çalışırken bir delik açılıverdi önümde. Baktım, bir mağara girişi. Oh, kurtuldum deyip, daldım içeri. Oturup beklemeye başladım.
Biraz sonra gözlerim karanlığa alışınca mağaranın içine doğru, yerde yatan iki karaltı gördüm. Biraz daha dikkatle bakınca hemen fark ettim: İki boz ayı! Boylu boyunca uzanmış, kış uykusundaydılar. Hemen tüfeğe sarılıp kendimi dışarı atmayı düşündüm. Ama dışarıda nereye gideceksin? Tipi bütün hızıyla sürüyor. Elim tetikte, gözüm uyuyan ayılarda mağara ağzında beklemeye başladım.”
Avcı Bekir, avucunda tuttuğu bardağı ağzına götürerek çayından bir yudum aldı. Anlatmaya devam etti: “Baktım ayılarda bir hareket yok, biraz rahatladım. Acıkmıştım da. Torbamdan ekmekleri çıkardım, ağzıma bir lokma bir şey atacaktım ki ayılardan birinin başını yavaşça kaldırdığını gördüm. Eyvah dedim, ekmek kokusunu duydu…
Ekmeği tekrar torbaya koyup tüfeğe sarıldım. Ayı burnunu havada dolaştırdıktan sonra ön ayaklarından birini ağzına yaklaştırdı, tabanını yalamaya başladı. Gözleri kapalı ama… Ayağını yaladı, yaladı; sonra bir şey yemiş gibi diliyle dudaklarını, burnunun üstünü yaladı, koydu başını yere, uyumaya devam etti. Ben de bir oh dedim. Ne kadar zaman sonra bilmiyorum, torbanın ağzını bir kere daha açtım. O kadar yol yürümüşüm karda. Karnım aç. Ekmeği çıkardım… Bu sefer öbürünün başı kalktı yukarı, burnu havada dolanmaya başladı.”
Avcı Bekir, durup çayından bir yudum daha içmeye kalkınca soluğunu tutmuş, onu merakla dinleyenlerden biri dayanamadı: “Eee Bekir, sonra? Sonra ne yaptın? Çabuk anlatsana şunu,” deyince Avcı Bekir, günlerden sonra ilk kez keyifle güldü: “Ne yapacağım,” dedi, “ayılar uyanacak diye ekmeğimi torba- i dan çıkarıp yiyemedim. Ben de onlar gibi avucumu yaladım.”