Kitap Cevapları TIKLA
Soru Sor TIKLA
Şiir

Bir Beyrut Hikayesi ve Hürriyet Şiirinin Hikayesi

Şimdiki yazımızda “Bir Beyrut Hikayesi ve Hürriyet Şiirinin Hikayesi” incelemeye çalışacağız.

Bir Beyrut Hikayesi ve Hürriyet Şiirinin Hikayesi

Orhan Kemal, en önemli roman ve öykü yazarlarımızdan biridir. Bu yazıda onun başka bir yönü üzerinde duracağız: Şairliği… Bunu da bir şiirinden yola çıkarak göstermek en doğrusu. Bu arada, hem şiirin yazılma koşullarını, hem de şiirde anlatılan devri ayrı ayrı ele alıp değerlendirmeyi de ihmal etmeyeceğiz.

Nâzım Hikmet ile tanışma

Yer, Bursa Cezaevi… Burada mahkûm olarak bulunan Orhan Kemal’in Nâzım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl adlı kitabı şöyle başlar:
1940 yılının kışı…
Hapishane kaleminde, sabıka defterlerinde çalıştırılıyorum.
Bir sabah Kâtip, yeni gelen evrakları karıştırırken:
– Oooo… dedi, gözün aydın!
Ona hayretle baktım.
– Üstadın geliyormuş!.
Büsbütün şaştım. Benim üstadım filân yoktu… Kâtip:
– Numara mı yapıyorsun? dedi.
– Yooo… dedim, benim üstadım filân yok ki..
– Canım Nâzım Hikmet işte.. Senin de üstadın sayılmaz mı?”1
Bu haber Orhan Kemal’i çok sevindirir. Kendisi de şiirler yazmaktadır: Duvarlar adlı şiiri bir yıl önce Yedigün’de ve Saadet adlı şiiri de o yıl Yeni Mectnua’da yayınlanacaktır. Heyecanlı bir bekleyiş başlamıştır Orhan Kemal için.

Nihayet, Nâzım Hikmet, 5 Aralık 1940’da Çankırı Cezaevi’nden Bursa’ya gelir. Dünyaya bakış açılarındaki benzerlik ve on iki yıllık yaş farkı, aralarında hemen kurulan ağabey kardeş ilişkisinin temelini oluşturur. Buna ikisinin de gereksinimi vardır.

Şiir mevzuu

Tanışma ve yerleşme faslından sonra, Orhan Kemal şiir yazdığını söyleyince, Nâzım Hikmet bunları dinlemek ister. İlk deneme tam bir fiyaskodur:
“Şairliğim zorlu bir imtihan geçirecekti. Kalktım. Bavulumdan şiirlerimi alıp getirdim. 0, piposuna tütün koydu, ateşledi, üst üste duman aldıktan sonra gayet ciddi:
– Evet, dedi, sizi dinliyorum!
Okumaya başladım… Hece ile yazılmış şiirlerdi bunlar; taşkın hislerimi-, samimiyetle insan gibi değil de, ‘ilahileştirdiğini’ iddia edenlerinkilere benzetip onlar gibi komikleştirerek dile getirdiğim şiirler…
İlk dörtlük henüz bitmemişti:
– Kâfi kardeşim, kâfi… Bir başkasına lütfen.
İlk şiir okuma seansı, Nâzım’ın hissetmediklerini yazıp kendini komikleştirmek yerine, samimiyetle yazması nasihatleriyle biter. Sonra Orhan Kemal’in sevinçle kabul edeceği bir teklifte bulunur: Ona, Fransızca ve genel kültür konularında dersler verecektir. Sonraki günler bazen yedi sekiz saati bulan, bazen de aşan derslerle geçer.
Bu arada, Orhan Kemal şiir de yazmaktadır, ama bir türlü göstermeye cesaret edemez. Nihayet bir gün:

“Aylardan sonra ona gösterdiğim ilk şiirim, ‘Bir Beyrut Hikâyesi’ oldu.
– Oku bakalım! dedi.
Çekine çekine okumaya başladım:
Beyrut’ta,
Yeni İstanbul lokantasında
Sonuna kadar dinledi. Gene piposu ağzında. Sonra okuduğum kağıdı elimden aldı, gözden geçirdi ve iade etti.
-Tekrar oku!

Tekrar okurken arada ‘dur diyor, ‘şunu şunu at’mamı söylüyor, yahut filân mısra ile ondan sonrakini başa, baştakileri sona almamı söylüyordu.. Şiirim bu suretle tıraş olduktan sonra hayretle gördüm ki, benim pürüzlerle dolu, takır tukur ‘şiirim’den onunkileri hatırlatan yeni bir ‘şiir’ meydana çıkıverdi.”

Böylece Orhan Kemal, Nâzım Hikmet’in gözünde şair mertebesine yükselmiş olur. Hatta bir mektubunda, Memet Fuat’ın bizde- ki en ileri şiir örneklerini sorması üzerine, yanıt olarak, önce ileri- geri kavramının soyut olduğunu yazacak ve ekleyecektir:

“Mamafi, mesela A. Kadir, yahut Orhan Kemal, yahut Dinamo ve daha bazı genç şairlerimiz var ki hem dil, hem teknik, hem muhteva bakımından Fikret’den de ileridirler.”

Bu yanıtın yanlış anlaşılmasını önlemek için de Nâzım Hikmet’in başka bir mektupta yazdığı ve Tevfik Fikret’i ne kadar önemsediğini gösteren satırları da ekleyelim:

‘Türk şiirine Avrupalı insanı ilk getiren odur, insanı veren en uygun şekillerin Türk şiirine girmesi onunla başlar. Son devirlerinde yazdığı, bilhassa çocuklar için yazdığı şiirlerde dil de gitgide temizlenir. Hasılı Tevfik Fikret Türk edebiyatının on dokuzun sonu yirminci yüzyılın başındaki en büyük dağıdır. Fikret’i anlamadan, Fikret’i okumadan bugün şiir yazanlar varsa bunlara acırım. Her Türk yazıcısının Fikret’i tenkidci bir gözle okuması ve ondan faydalanması, onu sayması gereklidir kanaatindeyim.” Büyük bir olasılıkla Nâzım Hikmet’in de yardımıyla, Bir Beyrut Hikâyesi, Yeni Ses dergisinin Kasım 1941 tarihli sayısında, Orhan Kemal’in o sıralar kullandığı, “Orhan Raşit” imzasıyla yayımlanır. Şimdi Nâzım Hikmet’in de yazılışında yol gösterdiği bu şiiri okuyalım.

Şiirin öyküsü

Yıl 1931, Orhan Kemal’in babası avukat Abdülkadir Kemali Bey, siyasi nedenlerle yurtdışına çıkmak zorunda kalmış, bir süre sonra ailesini de yanma aldırmıştır. Orhan Kemal, ilk kitabı olan Baba Evi’nde bu dönemi öyküleştirmiştir. Bir Beyrut Hikâyesi’nin sahnesi, bu kitapta görülür.

Abdülkadir Kemali’ye Lübnanlı olmadığı için avukatlık yaptırmazlar. Abdülkadir Bey, hanımının bileziklerini bozdurup sermaye yapar ve Burç Meydam’na çıkan sokakların birinde küçük bir lokanta açılır. Bu lokantada Orhan Kemal ve kardeşi, bulaşıkçı ve garson olarak gene bir Türk mülteci olan aşçı ile çalışırlar. Baba pek lokantaya uğramaz. Orhan Kemal biraz utangaç da olsa çapkınlığa başlamıştır, yaş on yedi:

“Niyazi’yle dükkanda yalnızdık. 0 kap yıkıyordu bense saçlarımı ıslatmış ayna karşısında tarıyordum. Naciye geldi. Aynadan gördüm. Göğsü fazla açık beyaz bir dekolte giymişti. Başında kocaman bir pembe fiyango.”

Kitapta, kardeşinin ismi Niyazi’dir. Ne yazık ki, lokanta işi fazla sürmez. Bir süre sonra iflas ederler ve bu nedenle lokantayı kapatırlar. Orhan Kemal epey iş aradıktan sonra babasının arkadaşı İbrahim Bey’in yardımıyla bir matbaada iş bulur: Matbaatül Haceriye’de çalışacaktır. Bu matbaaya sık sık girip çıkan sarı saçlı bir kız vardır. Onu her gördüğünde bir tuhaf olur, içine bir sıcaklık yayılır.

“Ooof of, şu dünya! Şu babam, annemler, kardeşlerim filan olmasa… Dünyada yapyalnız olsam… Çenesine bir yumruk patronun, kızı bileğinden çeksem, yallah… Binsek limandaki üç bacalı bir vapura, vapur bizi Amerika’ya götürse!”

Şiirde anlattıklarını işte o anda hissetmiş Orhan Kemal. Patronu yumruklamak istemesinin nedeni de yine aynı sayfalardan anladığımıza göre, kızın çenesini okşamasıdır, onun gözlerinin önünde… Baba Evi’ni okumaya devam edelim:

“Birden onun iskarpinler… Başımı kaldırdım, o, mavi mavi gülüyor..
‘Siz, Ermeni misiniz?’
‘Hayır…’
‘Ya?..’
‘Ben Türküm.’
‘Ben Rumum, yani Yunanlı… Şu litograf ustası yok mu, barba Dimitri?’ ‘Evet…’
‘Babamdır…’
‘Bekle!’ dedi, kapıya yürüdü, durdu:
‘Adın neydi senin?’
Adımı söyledim.
‘Benimki Eleni…’dedi.”

İşte şiirlerdeki Eleni! Litografta çalışmıyor ama, litograf ustasının kızı. Belki babasının adı da Dimitri değil. Belki Orhan Kemal, Bursa Cezaevi’nde onlarla beraber yatan Dimitri’nin ismini vermiştir babaya. Ve anlaşılan o ki Orhan Kemal bulaşık yıkarken henüz tanışmadığı Eleni’yi değil de, Naciye’yi düşünüyor. Bir şiir de iki kadın için birden yazılmaz ya! Birazcık kurgu oluversin…

Şiirden düzyazıya…
Yine de bugün şair değil de, öykü ve romanlarıyla ünlüdür Orhan Kemal. Bunun nedenini de Bursa Cezaevi’nde bulabiliriz.

Sizler için “Bir Beyrut Hikayesi ve Hürriyet Şiirinin Hikayesi” konusunu inceledik. Yayınımızı beğendiyseniz sosyal medyada paylaşarak bize destek verebilirsiniz.

2024 Ders Kitabı Cevapları
🙂 BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER, PAYLAŞ!
1
unlike
0
happy
0
clap
0
love
0
confused
0
sad
0
angry

Bir yanıt yazın

**Yorumun incelendikten sonra yayımlanacak!