Feminist Edebiyat Kuramı Hakkında Bilgi
Feminist Edebiyat Kuramı Hakkında Bilgi
Feminist Edebiyat Kuramı Nedir
Feminist Edebiyat Kuramının Genel Özellikleri
Feminist Edebiyat Kuramının Temsilcileri
Feminist edebiyat-eleştirisi, 1960’lı yıllarda Amerika’da, İngiltere’de, Fransa’da toplumsal ve siyasal bir mücadele alanı olarak ortaya çıkan feminist hareketin edebiyata yansımaları olarak ortaya çıkar. Bir eleştiri kuramı olarak feminist eleştiri; disiplinlerarası bir yaklaşımı da içererek, psikanaliz, Marksizm, okuyucu olarak kadına yönelen eleştiri ve yazar olarak kadına yönelen feminist eleştiri gibi açılımlara sahip olup psikolojik, kültürel, politik, sosyolojik, biyolojik, edebî, dilbilimsel vb. açılarla içeriğini genişletir. Feminist edebiyat eleştirisi, kültür ve edebiyattaki yerleşik, özellikle ataerkil bakış açısını yansıtan değerleri, kalıplan sorgular ve işin öteki yüzüne dikkat çeker. Fakat kuramın sistematize edilmesinin tarihsel bir sürece bağlı olduğunu, özellikle kadın ve edebî eser arasındaki ilişkinin seyrini değerlendirmek, meselenin özünün anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.
Kadm ve edebiyat kavramlannın bir arada kullanılmaya başlaması 19. yüzyıldaki kadm hareketlerine dayanır. Fakat daha önce 18. yüzyılda kadm-erkek rollerinin toplumsal tanımlamalannm kadm açısından gerçekte ne olduğunu anlamaya, bir açıdan da anlatmaya yönelik bir kadm hareketinin oluşmaya başlaması kadm erkek ikiliklerinin dönüm noktası olarak görülmektedir. (Gündoğan, 2008: 27) Kadm, ataerkil toplum düzeninden sıyrılarak sosyal, politik ve sanatsal alanlarda kendi varlığını ortaya koyabileceğini ve ataerkil ideolojiyi kırma çabasının edebiyat yoluyla mümkün olacağmı fark etmiştir. 18. yüzyıla değin kadının yerinin evi, salt ev işlerinin alanı olduğuna ve yaşam alanının ev odaklı olması gerektiğine ilişkin görüş ilk kez 1845’te Margaret Fuller tarafından yazılan JYornan in Nineteenth Century (On Dokuzuncu Yüzyılda Kadın) eseriyle kırılarak, kadının belirlenmiş sınırların dışına çıkmasına kapı aralanmıştır. “Kadın erkek rollerini birbirine karşıt roller olarak gören Fuller’a göre, kadınlar içlerindeki cevheri işlemeliydiler. Ancak bu sayede insanlık yitirdiği bütünlüğü yeniden bulabilir, kutuplaşmış özellikler tekrar bir araya gelip bütün insanı yaratır ve kişiyi toplumun ona biçtiği rollere hapsolmaktan kurtarabilirdi.” (Parla, 2004: 23) Fuller’m bu kitabı “kadın imajı” konusunda yeni açılımlar sağlamış ve 20. yüzyılda ayn bir kadın kültürünü savunanlar için kaynak metin olma işlevi görmüştür. Kadın hareketinin ivme kazanması, “edebiyatta kadın imgesinin, eğretileme olarak kadınm, kadın motif ve temalarının, kadın yaratıcılığının incelenmesine” (Parla, 2004: 23) başlanması bu süreçten sonra başlamıştır.
Kadın; kat ettiği bu aşamadan sonra cinsiyetinin izolasyonundan kurtulabilmiş, cinsiyetiyle ilgili sorunlarını gün ışığına çıkartma ihtiyacı duymuş ve çevresinin kendi üzerindeki baskısını tartışmaya başlamıştır. Edebiyat eserleri yoluyla suskunluklarının üstesinden gelmeye, kendi kimliğini bulmaya çalışmıştır. (Sert, 1993: 122) “Kadının, haklarım elde etme mücadelesi paralelinde düşünülmüş ve ortaya çıkmış” (Argunşah, 1999: 35) bir kavram olan “kadm edebiyatı”mn yaslandığı temel zemin ise feminizmdir. (Argunşah, 1999: 35; Sert, 1993: 121) Cinsiyeti önceleyen feminist yaklaşımın yanında, Süha Oğuzertem kadm yazıcılığının ortaya çıkışını belirleyen etmenlerden birinin kadınlık öfkesi olduğunu söyleyerek, kavramı psikanalitik bağlamda açıklar: “[K]adm yazıcılığım belirleyen kadınlık öfkesi, gerçekten de Öteki’nin bir fazlalığa sahip olduğu şeklindeki ilksel inançtan besleniyor olabilir. Öfkeyle anlatma halinin, eksikli erkek-fallik kadm denklemini fallik erkek-eksikli kadm denklemine dönüştürme arzusundan kaynaklandığı düşünülebilir.” (Oğuzertem, 2004: 240)
Kadm-edebiyat ilişkisinin cinsiyet ayırımıyla kategorize edilmesi bazı ya- zarlarca reddedilse de kavramın ortaya çıkışının itici gücü “ataerkil bir dil içinde bir nevi hapsolan kadınm” (Gündoğan, 2008:28) “tarih boyunca var olma savaşının en önemli araçlarından biri” (Karaca, 2004:262) olarak “yazmak” eyleminde görmelerine dayanır. Bu tezin yaşam alanı, kendi edebiyat kuramım da oluşturan “feminizm”dir. Bu görüşe sahip olanlar, edebiyat yapıtlarına bakıldığında, yalnız gerçek yaşamda değil, romanlarda, şiirlerde, oyunlarda kadının aşağılandığı, horlandığı ve böylece ataerkil düzenin bu yoldan desteklenip sürdürüldüğünü öne sürmüşlerdir. Bu itibarla feminist eleştiri, edebiyat yapıtlarında kadma karşı bu tutumu ortaya koymak amacıyla başlamış ve kısa zamanda başka sorunlara da yönelmiştir. Feminist eleştirmenlerin edebiyata iki ana yaklaşımları olduğu söylenebilir:
- Okur olarak kadına yönelik,
- Yazar olarak kadına yönelik eleştiri. (Moran, 1991: 228-229)
Birinci yaklaşım, kadın okurun metni farklı algılayacağı ilkesinden hareket eder. Çünkü metinde gözlemlenen cinsel ideoloji karşısmda bir kadınm tepkisi ile erkeğin tepkisi aynı olamaz. Ne ki bu iddia her kadm okurun edebiyat yapıtını bir kadın olarak okuduğu anlamına gelmez, çünkü bu bağlamda kadınlık biyolojik bir cins ayrımına dayanmaz, sonradan kültürle kazanılan belli bir kadınlık bilincine dayanır. Kadm olarak okumak için dişi olmak yeterli değildir, dişiliğin anlamını bilmek gerekir. Okur olarak kadına yönelik eleştiri yönteminin amaçlan, “erkek yazarlann yapıtlarına kadm okur gözüyle bakarak bu yapıtlarda sergilenen cinsel ideolojiyi, kadm imgelerini, klişe kadm tiplerini saptamak ve bunlann feminist açıdan yorumunu ve eleştirisini yapmak”tır. (Moran, 1991,229) Okur olarak kadına yönelik eleştiri Kate Millet’in Cinsel Politika (1969) adlı eseriyle bir eleştiri yöntemi olarak şekillenmiştir. Gerçek yaşamda kadının ezilişinin ve aşağılam- şınm, erkeklerin yazdığı romanlara da yansıdığını kanıtlamaya çalışan bu kitap üç ana kısımdan oluşur. 1-Cinsel Politika, 2-Tarihsel Gelişimi, 3-Edebiyattaki Yansımalarından Örnekler. Millet’e göre cinsellik, politik nitelik taşıyan bir sınıflamadır ve bu politika bir cinsin öbür cinse egemen olmak için kullandığı yollan ifade eder. Ataerkil düzende tüm kadınlar baskı altındadır, çünkü güç sağlayan tüm kurumlar (ordu, üniversite, sanayi, finans vb.) erkeklerin denetimindedir.
Edebiyat yapıtlanndaki kadm karakterlere yönelik eleştirinin ortaya çıkardığı gerçeklerden biri de erkek yazarlann yarattığı klişe iki karşıt tipin varlığıdır. The Mad Woman in the Attic adlı üç ciltlik yapıtın yazarlan Sandra M. Gilbert ve Suzan Gubar bu konu üzerinde uzunca durur ve “evdeki melek” ile “canavar” adını verdikleri bu klişe uç tiplerin özelliklerini, kaynaklannı gösterirler. “Evdeki melek” tipi ataerkil toplumda erkeğin kafasında ideal olarak yaşattığı kadm tipidir ve erdemleri arasında namusluluk, alçakgönüllülük, uysallık, masumiyet başta gelenlerdir. Karşıt uçta, bağımsızlığına düşkün, çıkannı kollayan, erkeklerin kendisine biçtiği kişiliği kabullenmeyen ve bundan ötürü erkekleri ürküten “canavar” tipi yer alır.
Feminist kuramın ikinci yaklaşımı ise “yazar olarak kadına yönelik eleştiridir. Bu eleştiri de ikiye ayrılır. Birincisi edebiyat tarihindeki kadm yazarlan incelemekte, İkincisi ise yeni bir kadm söyleminin olanaklarını araştırmaktadır.
Yazar olarak kadına dönük eleştirinin ilk örneğini A Room of One’s Own (1924) kitabıyla Virginia Woolf vermişse de, kadını yazar olarak ele alan feminist eleştiri bir yöntem olarak ancak elli yıl kadar sonra, 1975-1980 yıllan arasında ard arda yayınlanan incelemelerle kabul edilmiştir. Dönemin eleştirmenlerinin yola çıktığı görüş; kadın yazarlann ayn bir geleneği olduğu, çünkü tarihte kadınların aynı türden baskılara maruz kaldığı düşüncesidir. Bu durumda kadm yazarlann dünyayı ve yaşamı, erkeklerden farklı şekilde algılamalan doğaldır, ama bu farklılık biyolojik bir aynmdan kaynaklanmaz. Kadınların, toplumda uğradıklan aynı türden baskıların yarattığı bir sonuçtur. Kadınlar toplum içinde bir alt-kültür oluştururlar ve bundan ötürü kadm yazarlann romanlannda dile getirdikleri yaşantılar, sergiledikleri davranışlar ve savundukları değerler arasında bir birlik, en azından bir benzerlik vardır. (Moran, 1991: 233-234) Yazar olarak kadm dönük eleştiriye bir başka örnek, Gilbert ve Gubar’ın yaklaşımıdır. Gilbert ve Gubar öncelikle kadm yazarlann romanlarım nasıl ters bir ortamda yazmak zorunda kaldıklarına dikkati çekerler. Bu ortam terstir, çünkü yazarlığın bir erkek işi olduğu ve kadının elinin hamuruyla bu işe burnunu sokmaması gerektiği inancı çok yaygındır. Neden erkek işi? Çünkü yaratma erkeğe vergidir. God the Father (Allah baba) nasıl evreni yaratmış ve Doğa Kitabını yazmışsa, erkek de bir baba gibi yapıtım meydana getirir. Yani erkek, penisiyle çocuk yarattığı gibi, kalemiyle de sanat yapıtı üretir. “Bundan ötürü ataerkil Batı kültüründe metnin yazan bir baba, bir ata, hayat verici estetik bir patriarktır; kalemi penisi gibi doğurtucu gücün bir aracıdır”. Öyleyse kadının eline kalem alması yalnızca yakışıksız bir davranış değil, adeta doğaya karşı bir suç, bir yerini bilmeme örneğidir. Bir küstahlıktır en azından. (Moran, 1991:235)
Feminist eleştiriyle birlikte ‘kadm edebiyatı’ kavramı, önemli bir sorun olarak ortaya çıkmış, popülerlik kazanmıştır. Feminizm dalgasıyla edebiyat dünyasına giren yazarlar, eserlerinde, “[sjtirekli olarak kadınm baskı altında olduğunu, kendisine yabancılaştığının bilincine varmasını, geçirdiği çeşitli gelişim süreçlerini ve süreç içerisinde kendisini tanımlamasını ve ‘ben’ demeyi öğrenmesini anlatırlar.” (Sert, 1993: 121) Bu edebiyat türü, kaynağını genellikle yazarın yaşantısından almış ve yazarlar için yazmak eylemi çoğunlukla gömülmüş arzularının izini bulma işlevi taşımıştır.
Kadının artık edebiyatın nesnesi olmak yerine öznesi olmaya başlaması da, yine feminist hareketle başlar. Kadının kendini anlatmaya başlaması, kendisinin nasıl algıladığına değil, nasıl algılandığına dayandırılır. Simone de Beauvoir, kadının kendini olanca cömertliğiyle adadığı işe, esere verecek yerde, çoğu kez onu yaşamının bir parçası, basit bir süs eşyası gibi gördüğünü söyler. Ona göre, iç sesine güvenen kadınların üreteceği eser düşünceye dayanmalı. Kadm büyük işler yapabilmek için benini unutmalı, bunun için de benini kesin olarak bulduğuna inanmalıdır. Kendini arama çabası içinde kadının gözü hep kendisine, kendi iç hesaplaşmalarına dönük olduğundan, bakışım dış dünyaya ve insanlık durumlarına çevirmesi pek mümkün olmamaktadır. Kadınm dikkatleri hep kendisinin üzerindedir. (Rüzgâr, 2004: 325-326) Kadınların erkek egemen toplum düzeninde var olma mücadelesi vermelerinde en etkin yolun edebiyat olduğu şüphesizdir. Fakat edebiyatta etkin ve üretken bir şekilde varlıkları söz konusu edildiğinde, kadın-edebiyat ilişkileri, kadının sosyal hayatta haklarım elde etme yolunda verdiği mücadelenin hangi noktalara varabildiğiyle ve neleri elde ettiğiyle ilgili tarihsel bir gelişmeyle paralel olarak düşünülebilir. (Argunşah, 1999: 36)