Fenomenolojik Edebiyat Kuramı Hakkında Bilgi
Fenomenolojik Edebiyat Kuramı Hakkında Bilgi
Fenomenolojik Edebiyat Kuramının Genel Özellikleri
Fenomenolojik Edebiyat Kuramı Nedir
Fenomenolojik Edebiyat Kuramının Temsilcileri
Fenomen, görünen şey, nesne, görüngü gibi anlamlara gelir. Bir felsefe akımı olarak bu bilim duyularla algılanan şeyler’le ilgilenir. Fenomenoloji ise Eagleton’un ifadesiyle “katıksız fenomenlerin bilimidir.” (2004: S0) Bu kuram ya da estetiğin kurucuları, Edmnund Husserl (1859-1938) ve onun halefi olan Martin Heidegger (1889-1976)’dir. (Kolcu, 2008: 226)
Felsefî bir hareket olarak fenomenoloji, fenomeni dolaysız olarak betimlemeye dayanmakla birlikte, nesnelerdeki özün kendisi üzerine değil, özü idrak eden bilinç üzerine temellendirilmiş bir bilim olarak değerlendirilmektedir. Bu bakış açısı, özellikle, fenomenoloji biliminin de kurucusu olarak kabul edilen Edmund Husserl’e atfedilen bir görüştür. Fenomenolojik yönteme göre bilinç, emin olabileceğimiz tek fenomendir. Diğer taraftan fenomenolojinin pek çok temel karakteristiği bulunsa da onun en belirgin özelliği, tasavvurdan çok pratiğe (praxis) yönelmesidir. Buradan hareketle fenomenolojiyi, “göründüğü şekliyle şey”in (phenomena) tasviri şeklinde tarif etmemiz mümkündür. Bu bakımdan felsefi gelenekler tarafından resmedilen soyut bilinçten çok, bizatihi fiili olarak tecrübe edilmiş bilincin doğasma dikkat çeken fenomenologlar, eşyayı bilince göründüğü ve tezahür ettiği şekliyle tasvir etmektedirler. Fenomenolojik yöntemin amacı da tasvir etme ve tezahür etmiş olanın anlamına ulaşmadır. Bununla birlikte Husserl’in fenomenolojisi, bir taraftan fenomene ve realiteye öncelik veren praxis ve yaşama-dünyası kavramları üzerine kurulu iken, diğer taraftan da nesnelerin görünmeyen özlerine (eidos) vurgu yapmaktadır. Yunanca “öz” anlamına gelen eidoslann Husserl’in fenomenolojisi içerisinde derin anlamlan vardır. Husserl bu kavramı, “evrensel özleri” (universal essences) ifade eden Platoncu içeriğiyle kullanmaktadır. Eidetik idrak (özlerin idraki) de, epokheyi icra eden bilincin yalnızca tikel varlıktan ya da varlıkların evrensel sımflanm değil, fakat daha da önemlisi, onlann mahiyetini kavramasını sağlar. Böyle bir algılama tarzı, kişinin konuyla ilgili önceden oluşturulmuş tüm düşünceleri paranteze almasıyla mümkündür. Bu anlayışa göre de fenomenolojik yöntem, bilinç fenomenlerinin saf içkinlikteki “saf idrakini” içermektedir. Dolayısıyla Husserl bir taraftan fenomenolojik yöntemin asıl amacını, tikel verilerde mevcut olan asıl “ne”liği/ma- hiyeti (whatness) ve yapıyı ifşa etmek ve bu yönüyle de “dünyayı nesnel olarak tasvir etmek” olarak saptarken, diğer taraftan da fenomenin ardındaki öz ve kasıt ile ilgili bir idrakin de gerektiğine işaret etmektedir. (Haliz, 2012: 134-135)
Fenomenolojinin amacı, aslında soyutlamanın taban tabana zıddıdır. Ünlü “nesnelerin kendilerine dön!” sloganından anlaşılabileceği gibi, somut olana, sert zemine dönmek istiyordu. Fenomenoloji, bilincin kendisinin yapılarım açığa çıkarma ve bunu yaparak da fenomenlerin kendilerini de açığa çıkarma iddiasındadır. (Eagleton, 2004: 80-81)
Fenomenolojik edebiyat eleştirisi, fenomenolojik yöntemi edebiyat eserlerine uygulama çabasıdır. Husserl’in gerçek nesneyi “paranteze alması” gibi edebiyat eserinin fiili tarihsel bağlamı, yazan, üretim koşullan ve okuru hesaba katılmaz; bunun yerine fenomenolojik eleştiri, metnin kendi dışmda hiçbir şeyden kesinlikle etkilenmeksizin bütünüyle “içkin” bir yorumunu yapmayı amaçlar. Metnin kendisi, yazann bilincinin saf tecessümüne indirgenir: bütün stilistik ve semantik veçheleri, karmaşık bir bütünlüğün organik parçalan olarak, bu parçalan birleştiren öz de yazann zihni olarak görülür. Bu zihni anlamak için yazar hakkında bildiğimiz hiçbir şeye atıfta bulunmamamız gerekir -biyografik eleştiri yasaktır-, yazann bilincinin eserde tezahür eden yönlerine atıfta bulunmamız yeterlidir. Aynca bu zihnin, tekrar eden temalar ve imge dokusu kalıplarında bulunabilen “derin yapı”lanyla ilgileniriz, bunlan kavrarken yazann dünyasını “yaşama” biçimini, özne olarak kendisiyle nesne olarak dünyayla arasındaki fe~ nomenolojik ilişkileri de kavrarız. Bir edebiyat eserinin “dünyası” nesnel bir gerçeklik değil, Almancada Lebenswelt denilen şey, yani gerçekliğin fiilen bireysel özne tarafından düzenlenen ve deneyimlenen halidir. Fenomenolojik eleştiri, tipik olarak yazarın zamanı ya da mekânı deneyimleme biçimi, benliği ile ötekiler arasındaki ilişkiyi ya da maddi nesneleri algılama biçimi üzerinde odaklanır. Başka bir deyişle, Husserl felsefesinin yöntemsel kaygıları, fenomenolojik eleştiri için genellikle edebiyatın “içeriği” haline gelir.
Fenomenolojik eleştiri, bu aşkın yapılan kavramak, bir yazann bilincinin en derinlerine nüfuz etmek için tam nesnelliğe ve tarafsızlığa ulaşmaya çalışır. Kendi ön yargılarından arınmalı, empati duygusuyla eserin “dünyasına” girmeli ve orada bulduklarını, mümkün olduğu kadar önyargısız şekilde ve bütünüyle yeniden üretmelidir. Bir Hıristiyan şiirini irdeliyorsa, bu dünya görüşü hakkında değer yargılan üretmekle değil, yazann bunu “yaşamasının” nasıl bir his olduğunu göstermekle ilgilenir. Başka bir deyişle, değerlendirmeci olmayan ve eleştirellik- ten bütünüyle uzak bir inceleme tarzıdır. Eleştiri kaçınılmaz olarak eleştirmenin kendi ilgi ve önyargılannı seferber eden aktif bir yorumlama, bir inşa olarak görülmez; yalnızca metnin pasif bir tavırla alımlanması, zihinsel özelerinin olduğu gibi yazıya dökülmesidir. Edebi bir eserin, hatta belli bir yazann bütün eserlerinin organik bir bütünlük oluşturduğu varsayılır; böylece fenomenolojik eleştiri, kendinden emin bir biçimde, çok ayrı tarihlerde yazılan, çok farklı temalan olan metinler arasmda azimle bir birlik sağlamaya uğraşabilmektedir. Bu, bir bütün olarak modem edebiyat kuramının kör noktalannın, önyargılarının ve sınırlarının damıtılmış hali denebilecek idealist, özcü, tarihsellik karşıtı, biçimci ve organikçi bir eleştiridir. Bu eleştiriye ilişkin en etkileyici, en dikkate değer olgu, tek tek bazı önemli eleştirel çalışmalar üretmeyi başarabilmiş olmasıdır.
Fenomenolojik eleştiriye göre, bir edebiyat eserinin dili, onun içsel anlamlarının “ifadesi”nden başka bir şey değildir. Elden düşme hale gelmiş bu dil anlayışı Husseri’in kendisinden mirastır. Zira Husserl fenomenolojisinde dile gerçekten çok az yer ayrılmıştır. Husserl tamamen özel veya içsel bir deneyim alanından bahseder; ama bütün deneyimler dili içerdiği, dil de kaçınılmaz olarak toplumsal olduğu için bu alan aslında bir kurgudan ibarettir. (Eagleton, 2004: 83-85)
Özetle söylemek gerekirse, edebiyat eseri bu kurama göre bir fenomendir. Yani eser nasıl görünüyorsa öyledir. Onun arkasında başka şeyler aramak gereksizdir. Bu anlayışa göre eleştirmen esere sadece bir edebî eser olarak yönelmelidir. Asla edebî konuların dışma çıkmamalıdır. O, ne bir tarihsel veya sosyolojik belge, ne yazarın psikolojisinin aksettiği bir hekim raporu ne de ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumun tablosudur. Neyse odur. Bu bakımdan da Yeni Eleştiri yöntemi ile yakınlık gösterir. Bu kurama göre edebî eser başka şeyi açıklamak ya da göstermek için kullanılan bir iktibas metni değildir. (Kolcu, 2008: 229)