Tanzimat Şiirinin Biçim ve İçeriği
Tanzimat Şiirinin Biçim ve İçeriği
Tanzimat döneminde, Akif Paşa’nın eserlerindeki sistematik ve bilinçli olmayan bazı yenilikler dışında, Divan edebiyatından bilinçli bir şekilde farklılaşan ilk şiirlerin Şinasi tarafından yazıldığım görüyoruz. Bu yeni şiirin en önemli özelliği yeni bir içerik ve yeni bir dille yazılmış olmasıdır. Şinasi “evvela nükteyi, mazmunu edebiyattan çıkararak, kelimeyi çıplak bırakmakla işe başlamıştır. Böylece, fikrin kendisiyle yetinen bir şiir dilinin, yahut konuşmanın kapışım açmıştır.” (Tanpınar, 2013:199) Bu yenilikler, Divan şiirinin temel anlayışlarına bir karşı çıkıştır. Yine Şinasi’nin yazdığı “ ‘Münacat’ ve ‘İlahi’ şiirleriyle kasideler, (…) ‘Arz-ı Muhabbet’ manzumesi ve ‘Eşek ile Tilki Hikâyesi’ ile ve safi Türkçe kıt’alarla, klasik Türk şiiri ilk defa olarak eski şekillerden çıkmış olur. (…) Ayrıca Lamartine’in ‘Souvenir’inden çevirdiği dört kıtanın kafiye sistemi ve şekliyle sonra da tek bir hissin derinleşmesinden doğmuş hayalleri ve örgüsüyle dilimizde ilk yeni manzume olduğunu söyleyelim.” (Tanpınar, 2013: 198-199)
Tanzimat’ın birinci döneminde, biçimsel açıdan Divan şiirinden köklü bir ayrılış görülmez ve “klasik şiirin nazım şekilleriyle şiirler yazılmaya devam edilir.” (Bayrak, 2014:26) Ancak “XDC. yüzyılın ilk yansında kendini belirli bir şekilde gösteren (…) çözülme ve değişme, yüzyılın ikinci yansında şekilde de görülür. Fatih Andı bu konuda şunlan söyler: ‘Şekiller ve şekillerin gerektirdiği kafiye örgüleri üzerinde birtakım aksamalar veya şuurlu tasarruflar kendisini gösterir. Beyit veya bendlerin sayı bakımından arttığına veya eksildiğine, bazı şekillerde fazladan, farklı yapıda mısra veya beyitler eklendiğine, şekillere tahsis edilen konular bakımından bir genişlemeye, kafiye şemalarında gerçekleşen birtakım değişikliklere şahit oluruz.’ ” (Korkmaz ve Gariper, 2011:48) Bu dönemde örneğin kasidelerin düzeninde ve kafiyeleniş biçiminde değişiklikler yapılmış, şiirlere Divan şiirinden farklı olarak isimler konmuştur. Ayrıca bu dönemde edebiyatımıza “Batı edebiyatlarından ‘ottova-rima’ gibi yeni şekiller de girmeye başlar. Yeni şekillerin girmesinde de öncülüğünü gördüğümüz Şinasi, bunları daha çok Batı’dan yapmış olduğu çevirilerinde kullanır. (…) Ethem Pertev Paşa’nm Vîctor Hugo’dan yaptığı “Tıfl-ı Naim” çevirisi Batı’dan gelen nazım şekillerinden ‘ot- tova-rima’nm ilk örneğini oluşturur.” (Korkmaz ve Gariper, 2011:48) Son olarak biçim bahsinde Namık Kemal’in de yeni nazım biçimlerini ve heceyi denediğini ifade edelim.
Sonuç olarak Tanzimat’ın birinci devresinde, söz oyunları ve ağdalı dil bir kenara bırakılmış; biçim olarak, bazı değişiklik olsa da, eskiye dayanan; içerik olaraksa yeni bir şiir ortaya konmuştur. Şinasi’nin şiirinde yepyeni konular görülür: “Şiirin ilk temaları olan hak, hukuk, adalet, medeniyet ve millet ile devlet arasındaki sosyal ve siyasi unsurlar Şinasi ile şiire girer.” (Bayrak, 2014: 28) Namık Kemal, Şinasi’nin şiirimize getirdiği yeni konularla yazmış; Ziya Paşa toplumsal eleştirilerini, hikmet dolu sözlerini şiir aracılığıyla dile getirmiştir.
Namık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi”üzerinden bu yenilikleri somutlaştıracak olursak: Öncelikle şiirin bir adının olması Divan edebiyatındaki “başlık koymama” geleneğinden farklıdır. İçerik olarak Divan edebiyatı geleneğinden tamamen farklı bir konu olan “hürriyet” ele alınmıştır. Hürriyet Kasidesi’nin bir diğer özelliği de, geleneğe aykırı bir şekilde, eski kasideler gibi bölümlerden oluşmaması, doğrudan şiirin konusuyla başlaması ve bitmesidir. Buradan, Tanzimat şiirinin Divan şiiri nazım biçimlerini, gelenekten kopararak kullandığını söyleyebiliriz. Ancak yine de bu şiir, aruz vezninin, beyit nazım biriminin, aa-ba-ca şeklinde devam eden kafiye örgüsünün kullanılması nedeniyle Divan şiirinden, biçimsel olarak tam olarak kopamamıştır.
Tanzimat’ın ikinci döneminde Recaizade Mahmut Ekrem, bir kuramcı olarak dikkat çekmiş, görüşleriyle kendinden sonraki neslin (Servet-i Fünun) şiir
anlayışının şekillenmesinde oldukça etkili olmuştur. Recaizade, kendinden önceki devrin “faydacı” anlayışını bir tarafa bıraktığı için şiirinin içeriği de değişmiştir. Daha çok aşk, kadın ve tabiat konulu şiirler yazan Recaizade, “zerrattan şumusa kadar her güzel şey şiirdir.” (Akt. Özger, 2014:179) cümlesinde ifade ettiği gibi şiirin konusunun genişletilmesi gerektiğini düşünmüştür. Recaizade’nin görüşleriyle şiirimize gelmesini sağladığı bir diğer yenilikse “her mevzun ve mukaffa lakırdı şiir olmak lazım gelmez… Her şiirin mevzun ve mukaffa bulunmak iktiza etmediği gibi” (Akt. Özger, 2014: 179) cümlesiyle mensur şiire giden yolu açmasıdır. Ancak Recaizade, başarılı bir şairden ziyade “yenileşme dönemi Türk edebiyatının kuramcısıdır, uygulayıcısı ise Abdulhak Hamid olmuştur.” (Özger, 2014: 181)
Abdulhak Hamid, teoriden ziyade bir pratik insanıdır ve şiirde akımdan geçen hemen her biçimsel hamleyi yapmıştır: “Hem Doğu hem de Batı şiirine ait nazım şekillerini kullanmakla birlikte Hamid’in kendi bulduğu nazım şekilleri de vardır. Ayrıca Divan şiirindeki mesnevi, gazel, murabba gibi nazım şekillerini yıkarak yerine kuralsız nazım şekilleri de getirmiştir.” (Somuncu, 2014: 196) Şiirlerinde hem aruzu hem heceyi kullanan ve bu vezinlerle manzum tiyatrolar dahi yazan sanatçı, içerik olarak da metafizik, felsefi konulara özellikle de ölüm konusuna eğilmiştir.
Muallim Naci ise “eski edebiyat taraftan” olarak anılan bir şairdir. Ancak “o yeniyi tümden reddetmeyerek taklide düşecek kadar Batı şiiri hayranlığına karşı durmuş, yanı sıra yüzyılların birikiminden tevarüs eden eski şiirin de tümden reddini kabul etmemiştir. Aldığı terbiye ve eğitiminin de etkisiyle klasik tarza bağlı bir şahsiyet olmakla birlikte yeni tarzda oldukça başarılı manzumeler yazdığı da unutulmamalıdır.” (Balık, 2014: 220-221) Naci, Recaizade ve öğrencileriyle tutuştuğu kafiye tartışmasından da (abes-muktebes) anlaşılacağı gibi eski edebiyatın biçimsel kuralları konusundan oldukça hassas bir sanatçıdır. Divan edebiyatına oldukça hakim olan sanatçının şiirlerinin içeriği ise daha çok, Divan edebiyatında olduğu gibi, “güzel” etrafında şekillenmiştir.
Şiirin yayımlandığındaki adı farklıdır: “Besalet-i Osmaniye ve Hamiyyet-i İnsaniyye” (Aslan, 2014: 99) Ancak şiir, daha sonra çoğunlukla “Hürriyet Kasidesi” olarak anılmıştır.