Kitap Cevapları TIKLA
Soru Sor TIKLA
11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Beceri Temelli Etkinlik

11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Beceri Temelli Etkinlik Kitabı Cevapları Sayfa 95

11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Beceri Temelli Etkinlik Kitabı Sayfa 95 Cevapları Meb Yayınları‘na ulaşabilmek ve dersinizi kolayca yapabilmek için aşağıdaki yayınımızı mutlaka inceleyiniz.

11. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Beceri Temelli Etkinlik Kitabı Cevapları Sayfa 95

Aşağıdaki metni okuyunuz. Metinden hareketle soruları cevaplayınız. (Metin, aslına sadık kalınarak alınmıştır.)

Dolmuşa

Beş kişiydiler, insanı her zaman şaşkına çeviren o büyü, rastlantı, çoğu akşamlar onları Eminönü’n- de, Köprü ayağının Haliçe bakan boşluğunda buluşturur ve onlar dolmuş kayığıyla karşıya, Galata’ya geçerlerdi. Belki de gün boyunca harcadıkları paradan, yalnız, kayıkçıya verdikleri bu altmış paraya acımazlardı. Haftanın üç dört akşamı -kimi günler bir kişi eksiğiyle de olsa- rastlantının o nerden, nasıl estiği belli olmayan rüzgârıyla dolmuş iskelesinin önünde bir araya gelmeleri önceleri onları şaşırtmıştı. Şaşırmaksa ne güzel şeydi. Ne yazık ki bu duyguları çok sürmemiş, coşkunun uçan tadı yerini, bu kez, alışkanlığın dingin tadına bırakmıştı. Bu garip kayığın müşterilerinden biri Yemiş iskelesinin arka sokaklarındaki zahirecilerden birinde yazmandı. Öbür ikisi -iki kardeştiler, ikiz, ama birbirlerine hiç benzemezlerdi- Yeşildirek civarında bir triko atölyesinde çalışıyorlardı. Kayığın en yaşlısı, Hüseyin Efendi, Marpuççularda içine zorlukla sığabildiği bir dükkânda ekmek, salam, peynir, limonata, gazoz gibi şeyler satan bir küçük esnaftı. Beşincisi bir yüksekokul öğrencisiydi, saat altıya doğru Beyazıt’tan aşağı vurur, kestirmeden Eminönü’ne inerdi. Akşamları her biri çıkıyordu işyerinden, okulundan, toprak, Arnavut kaldırımı, parke döşeli yollardan yürüyorlardı birbirlerinden habersiz, birbirlerine koşut ve dikey sokaklara düşüyorlardı zaman zaman, ufacık alanlardan geçiyorlar, kaldırımdan kaldırıma sekiyorlar. Haliç’in kıyısında buluyorlardı kendilerini, aynı saatte dolmuş kayığının önünde buluşuyorlardı. Ne denli, insanın içini burkan bir mekanik!

(…)
Dolmuş kayıkları yayvan, geniş ve rahattır. Dolmuş kayıklarının en rahatlarından biri de -beşinin de akşamları toplandığı- Hasan’ın kayığıydı. Hasan’ın kayığında denizin ılık şarkısı vardı. İnsanın içine dek sinmiş deniz ve tuz kokusu, Yenicami’nin bu saatlerde külrengiyle siyah arası gidip gelen görünümü, denizin hemen üstünden uçan martılar vardı.

(…)
Kimi gün bir tek sözcük bile çıkmıyordu ağızlarından, gülümsemekle yetiniyorlardı. Kimi gün de kısacık tümcelerle konuşuyorlardı, ama hep kopuk kalan, konuşma denirse buna! Susuluyordu. Hep böyle suskunlukta geçiyordu akşamlar, çözülmez bir giz bağlıyordu onları her gün biraz daha, her biri öbürlerinin gözünde Haliç’in mozayığını oluşturan taşlardan biri yerine geçmeye başlıyordu. Güz yaprağını döküyor, karlı, buzlu günler başlıyordu, ardından ilkyazın yırtıcı mavileri görünüyordu. Zaman, sanki bu kayıkta akıyordu.
Bir akşam denizin tuz kokusunu yoğunluğuyla duydular, genizleri yanmıştı. Hava gittikçe ısınıyor, yaza dönüşüyordu. O gün ikizlerin ikisi de, paltosuz, ceketle gelmişlerdi. Hüseyin Efendiyi de, zahirecinin yazmanını da, üniversite öğrencisini de yazın burnunun ucunu gösterdiğine en çok onların bu tutumları inandırdı. Şaşmaz düzen bozulmaya yüz tutmuştu, bir gün biri gelmiyor, bir başka gün öbürü kaytarıyordu. Mekanik, böylece, bir yerinden sakatlanmıştı. Gelmeyenin yerine başka biri biniyordu kayığa, bir yabancı, ertesi gün de tümünün yine kayıkta toplandığı görülüyordu. Bu günlerden birinde de kayığın yeni bir gedikli edindiği görüldü. Artık gelmeyenin yerine her akşam oydu kayıkta olan. Bir armonikçiydi bu, adı Stefan (Sitefan)’dı. Şiir meraklısı üniversiteli, birkaç akşam sonra, büyük bir duyarlıkla sürdürdüğü güncesine, “Mekanik kendi kendini onardı,” diye yazmıştı. Bu ihtiyar yüzlü genç adam kimdi? Armonik çalarmış, bildikleri bu kadardı. Oysa, o her akşam, avurtları çökmüş yüzünün derinliğine kaymış ufacık gözleriyle gemilere, mavnalara, kayıklara bakarak ne öyküler anlattı onlara, yaşamının gizli kapaklı yerini bırakmamacasına.

(…)
Zaman oldu ki Stefan birkaç ay görünmedi. O zaman Hüseyin Efendi yutkunur ve düşünürdü. Dilinin ucuna sözcükler yığılır, söze beceriksiz başlar, bitiremez, yalan da olsa öbürlerine Stefan’a rastladığını söylemek gereksinimini duyar, bir yerle zaman arardı olayı oturtacak, bulurdu da. “Daha dün gördüm”

  • Cevap: Bu sayfada herhangi bir soru bulunmamaktadır.

11. Sınıf Meb Yayınları Türk Dili ve Edebiyatı Beceri Temelli Etkinlik Kitabı Sayfa 95 Cevabı ile ilgili aşağıda bulunan emojileri kullanarak duygularınızı belirtebilir aynı zamanda sosyal medyada paylaşarak bizlere katkıda bulunabilirsiniz.

2024 Ders Kitabı Cevapları
🙂 BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER, PAYLAŞ!
0
happy
0
clap
0
love
0
confused
0
sad
0
unlike
0
angry

Bir yanıt yazın

**Yorumun incelendikten sonra yayımlanacak!