Kitap Cevapları TIKLA
Soru Sor TIKLA
12. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Anka Kuşu Yayınevi

12. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı Sayfa 167 Cevapları Anka Yayınevi

12. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı Cevapları Anka Yayınevi Sayfa 167 ulaşabilmek ve dersinizi kolayca yapabilmek için aşağıdaki yayınımızı mutlaka inceleyiniz.

12. Sınıf Türk Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı Sayfa 167 Cevapları Anka Yayınevi

Tepelerine dikilen güneş iyice kızdırıyordu ortalığı. Yolun büyük bir bölümünü geride bırakmışlardı ama, ilerledikçe bir tümseğin ardından başka bir tümsek çıkıyor, engin Sarı-Özek bozkırının ufka kadar uzanan yeni bir görüntüsüyle karşılaşıyorlardı. Şimdi, vaktiyle Sarı-Özek’i baştan başa istilâ eden Juan-Juanlar’ın oturduğu yerden geçiyorlardı. Başka yerlerden gelen ve buralarda uzun süre kalan Juan-Juanlar kötü bir nam bırakmışlardı. Onlarla bölgenin yerli göçebe aşiretleri arasında, su kuyuları ve otları yüzünden ardı arkası kesilmeyen savaşlar olurdu. Savaşı bazen berikiler kazanırdı bazen ötekiler. Yenilenler topraklarından bazılarını kaybeder, kazananlar ise kendi topraklarını büyütür, ama yine yanyana yaşamaya devam ederlerdi. Yelizarov’un anlattıklarına göre o zamanlar sürü beslemeye elverişli olan Sarı-Özek, uğrunda savaşmaya değermiş. O zamanlar, ilkbaharda ve sonbaharda bol yağmur yağarmış, büyükbaş ve küçükbaş hayvan sürülerini beslemeye yetecek kadar bol ot bitermiş buralarda. Bundan başka buraya tüccarlar gelir, panayırlar kurulur, her türlü alış-veriş yapılırmış. Fakat bir zaman gelmiş, iklim birden değişmiş, yağmurlar yağmaz, otlar bitmez olmuş, kuyular kurumuş. Sürülerine ot bulamayan göçebeler ve buralara uzaktan gelip işgal eden Juan-Juanlar bir daha hiç görülmemiş. Şimdi Volga denen ‘İtil’ nehri boyuna gitmişler ve orada batıp yok olmuşlar. Ne geldikleri yeri bilen var, ne gittikleri yeri. Bir söylentiye göre de lanetlenmişler, kargılanmışlar. Kışın İtil’in üzerinden geçerlerken buzlar yarılmış, çoluk-çocukları ve malları davarlarıyla buzların altında kalmışlar…
Sarı-Özek’in yerlileri olan Kazaklar ise ülkelerini terk etmemiş. Yeni yeni kuyular kazıp su buldukları yerlerde toplanmışlar. Yine de pek tenha imiş. Sarı-Özek ancak savaştan sonra, su taşıyan tankerler işe koyulduğu zaman başlamış. Tanker sürücüsü bölgeyi iyi tanırsa, otlakta, üç-dört ayrı yerdeki sürülerin su ihtiyacını karşılıyormuş. Büyük sürü sahipleri, çevredeki sovhozlar ve kolhozlar o zamanlar buralarda mandıralar kurmayı, böyle bir yatırımın neye mal olacağını ve risklerini bile düşünmüşler. İyi ki bunu düşünürken epey zaman kaybetmişler ve bu arada, Ana-Beyit yakınında bir şehir oluşuvermiş. “Posta Kutusu” diyorlardı bu adsız şehire. ‘Posta Kutu- su’na gittim, ‘Posta Kutusu’ndan geldim, ‘Posta Kutusu’ndan şunu aldım. bunu aldım’ diyorlardı. Posta Kutusu zamanla büyümüş, bir asfalt yolla bir yandan uzay üssüne, öbür yandan demiryoluna bağlanmış ve buraya yabancıların girmesi yasaklanmıştı. İşte, Sarı-Özek’te bu defa endüstrileşmiş bir yerleşim kurulması böyle olmuştu.
Orada geçmişten kalan tek iz Ana- Beyit mezarlığı idi. Devenin çift hörgücü gibi tıpatıp birbirine benzeyen ve bu yüzden Ekiz Tübe (İkiz Tepe) denilen iki tepenin üzerindeydi Ana-Beyit. Bu mezarlık bölgenin en kutsal mezarlığı sayılıyordu. Eskiden bazı aileler ölülerini buraya öyle uzak yerlerden getirirlerdi ki cenaze alayı geceyi bozkırda geçirmek zorunda kalırdı. Ve ölünün yakınları merhumu Ana-Beyit’e gömmüş, ona böyle bir saygı gösterebilmiş olmaktan haklı bir gurur duyarlardı. Halk içinde en çok sayılan, sevilen, bilgili, haklı bir üne sahip insanlar buraya gömülürlerdi. Her şeyi bilen ve bölgeyi çok iyi tanıyan Yelizarov bu mezarlığa ‘Sarı-Özek Anıt Kabri’ derdi.
O gün, Boranlı demiryolu istasyonundan çıkıp bozkırda ilerleyen develi, traktörlü, kazma makineli ve kö- pekli tuhaf cenaze alayı, işte oraya gitmekteydi.
Ana-Beyit mezarlığının bir efsanesi, Juan-Juanlar’ın bozkırı işgal ettikleri çağlara dayanan bir hikâyesi vardı: Sarı-Özek’i işgal eden Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. Bazen de onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı sayılırmış, çünkü bunlar bazen bir fırsatını bulup kaçar, ülkelerine dönerek Juan-Juanlar’ın yaptığı işkenceleri anlatırlarmış. Ama asıl işkenceyi, genç ve güçlü oldukları için satmadıkları esire yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. Önce esirin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Derinin en kalın yeri boyun kısmı imiş ve oradan başlarmış yüzmeye. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Böylece sarılan deri, bugün yüzücülerin kullandığı kauçuk başlığa benzermiş. Buna “Deri geçirme işkencesi” derlermiş. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir mankurt yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş. Bir devenin boynundan beş-altı kişinin başını saracak deri çıkıyormuş. Bundan sonra, deri geçirilen tutsağın boynuna, başını yere sürtmesin diye, bir kütük ya da tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı, aç, susuz, yakan güneşin altında öylece birkaç gün bırakırlarmış. Bu tutsaklar birer mankurt olmadan yakınları bir baskın düzenleyip onları kurtarmasın diye, yanlarına gözcüler koyarlarmış. Açık bozkırda her taraf kolayca görüldüğü için gizlice gelip baskın yapmak kolay olmazmış.

  • Cevap: Bu sayfada soru bulunmamaktadır. 

12. Sınıf Anka Yayınevi Türk Dili ve Edebiyatı Ders Kitabı Sayfa 167 Cevabı ile ilgili aşağıda bulunan emojileri kullanarak duygularınızı belirtebilir aynı zamanda sosyal medyada paylaşarak bizlere katkıda bulunabilirsiniz.

2024 Ders Kitabı Cevapları
🙂 BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER, PAYLAŞ!
0
happy
0
clap
0
love
0
confused
0
sad
0
unlike
0
angry

Bir yanıt yazın

**Yorumun incelendikten sonra yayımlanacak!