Kitap Cevapları TIKLA
Soru Sor TIKLA
8. Sınıf Türkçe Çalışma Sayfaları

8. Sınıf Türkçe Çalışma Sayfaları Kitabı Cevapları 2. Ünite Sayfa 17

8. Sınıf Türkçe Çalışma Sayfaları Kitabı Cevapları 2. Ünite Sayfa 17 Meb Yayınlarına ulaşabilmek ve dersinizi kolayca yapabilmek için aşağıdaki yayınımızı mutlaka inceleyiniz.

8. Sınıf Türkçe Çalışma Sayfaları Kitabı Cevapları 2. Ünite Sayfa 17

PEMBE İNCİLİ KAFTAN
— Yürekli bir adam gerekli, paşalar… dedi. Biz onun sırmalara, altınlara, elmaslara boğarak gönderdiği elçisine padişahımızın elini öptürmedik ancak dizini öpmesine izin verdik. Kuşkusuz o da karşılık vermeye kalkacak.— Haydi öyleyse… Yürekli bir adam bulun, dedi. Hoca takımından, enderundan, divandan benim aklıma böyle gözü pek bir adam gelmiyor. Siz düşünün bakalım…— Ben, tam bu elçiliğe uygun bir adam biliyorum, dedi, babası benim yoldaşımdı. Ama devlet memurluğunu kabul etmez.— Kim?— Muhsin Çelebi. Böyle göğsü ileride, kabarık, başı yukarı kalkık bir adamı ömründe ilk defa görüyordu. Kubbe vezirleri bile huzurunda iki büklüm dururlardı. Muhsin Çelebi çok doğal bir sesle sordu: — Beni istemişsiniz, ne söyleyeceksiniz Efendi’m?  Muhsin Çelebi çekinmeden, sıkılmadan, ezilip büzülmeden gayet rahat bir hareketle kendine gösterilen şilteye oturdu. Sadrazam; hâlâ ellerinde tuttuğu kıvrık kâğıtlara bakarak içinden, “Ne biçim adam? Acaba deli mi?” diyordu. — Tebriz’e bir elçi göndermek istiyoruz. Tarafımızdan sen gider misin oğlum? — Ben mi? — Evet. — Ne ilgisi var? — Aradığımız gibi bir adam bulamıyoruz da… — Ben şimdiye kadar devlet memurluğuna girmedim. — Niçin girmedin? Muhsin Çelebi biraz durdu. Yutkundu, Gülümsedi. — Çünkü ben boyun eğmem, el etek öpmem, dedi. Oysa zamanın devletlileri mevkilerine hep boyun eğip, el etek, hatta ayak öpüp, bin türlü yaltaklanmayla, ikiyüzlülükle, dalkavuklukla çıktıklarından çevrelerine hep bu aşağılayıcı geçmişlerin çirkin hareketlerini tekrarlayanları toplarlar. Gözdeleri, nedimeleri, korudukları; hep alçak ikiyüzlüler, ahlâksız dalkavuklar, namussuz maskaralardır. Yiğit, doğru, gururlu, hür vicdanının sesine kulak veren bir adam gördüler mi; hemen kin beslerler, ayağını kaydırmaya çalışırlar. — Pekala öyleyse… dedi, bu zalim adam “elçiye zeval yok” kuralını umursamaz. Bizimle boy ölçüşmeye çalışmaktadır. Er meydanında bize yapamadıklarını, bizim göndereceğimiz elçiye yapmak ister. Muhsin Çelebi döndü. Önüne baktı. Sonra başını kaldırdı:
— Hayır, dedi, hazineden bir pul almam. Gerekli göz alıcı muhteşem takımlı atları, süslü hizmetkârları ben kendi paramla düzeceğim. Hatta…Sadrazam gözlerini açtı.— Hatta sırtıma Şah İsmail’in ömründe görmediği ihtişamlı bir şey giyeceğim.— Ne giyeceksin?
— Sırmakeş Toroğlu’ndaki, kumaşı Hint’ten, harcı Venedik’ten gelme, “Pembe İncili Kaftan”ı alacağım. Muhsin Çelebi’yle konuştukça sadrazamın şaşkınlığı artıyordu. İçi ferahladı. İşte küstah, türedi bir hükümdara haddini bildirmek için gönderilecek uygun bir adam bulunmuştu. Altı ay içinde Muhsin Çelebi büyük çiftliğini, mandırasını, evini, dükkânlarını, bahçesini, bostanını rehin verdi. Şah İsmail, “Pembe İnci”yi yalnız masallarda duymuş, daha nasıl şey olduğunu görmemişti. Kendisinin daha görmediği şeye maliki olan bu zengin elçiye karşı içinden derin bir kin duydu. Onu hakareti altında ezmeye karar verdi. Huzuruna kabul etmezden önce tahtının arkasına cellatları hazırlattı. Tahtının önündeki ipekli kumaştan şilteleri, süslü seccadeleri kaldırttı. Sağında vezirlerini, solunda savaşçılarını aldı. Muhsin Çelebi, geniş somaki kemerli açık kapıdan rahat adımlarla girdi. Ayağı öpülmeyen şah sinirinden sapsarı kesildi. Gözlerinin akı kayboldu. Mektubu aldı. Muhsin Çelebi, tahtın önünden çekilince şöyle bir çevresine baktı. Oturması için bir şey yoktu. Gülümsedi. İçinden, “Beni zorla ayakta, saygı duruşunda tutmak istiyorlar galiba…” dedi. Bir an düşündü. Bu harekete nasıl karşılık vermeliydi? Hemen sırtından pembe incili kaftanını çıkardı. Tahtın önünde yere serdi. Şah İsmail ile vezirleri ve kumandanları aptallaşmışlar; hayretler içinde bakıyorlardı. Sonra bu değerli kaftanın üzerine bağdaş kurdu. Dev, ejderha resimleri işlenmiş sivri kubbeyi, yaldızlı kemerleri çınlatan gür sesiyle:— Mektubunu verdiğim büyük padişahım. Oğuz Kara Han so- yundandır, diye haykırdı. Dünya yaratıldığından beri onun atalarından kimse kul olmamıştır. Hepsi padişah, hepsi hakandır. Ataları doğuştan beri hükümdar olan bir padişahın elçisi, hiçbir yabancı padişah karşısında boyun eğmez. Çünkü dünyada kendi padişahı kadar soylu bir padişah yoktur… Çünkü… Muhsin Çelebi gür sesiyle Türkçe olarak bağırdıkça; Türkçe bilmeyen şah kızıyor, sararıyor, morarıyor, elinde heyecandan açamadığı mektup tir tir titriyordu… Tahtının arkasındaki cellatlar kılıçlarını çekmişlerdi. Muhsin Çelebi bağırıp çağırdı. Komutanlar, vezirler, cellatlar hükümdarlarının sabrına, buna dayanmasına şaşıyorlardı. Hatta içlerinden birkaçı mırıldanmaya başladı. Muhsin Çelebi konuşmasını bitirince izin filan istemeden kalktı. Kapıya doğru yürüdü. Şah İsmail taş kesilmişti. Çaldıran’da kırılacak olan gururu, bugün bu tek Türk’ün ateşten bakışları altında erimişti. Muhsin Çelebi dışarı çıkarken kendi gibi şaşkınlıktan donan hizmetkârlarına:— Şunun kaftanını verin, dedi.Savaşçılardan biri koştu. Tahtın önünde serili kaftanı topladı. Türk elçisine yetişti:— Buyurun, kaftanınızı unutmayın.Muhsin Çelebi durdu. Güldü. Çıktığı kapıya doğru dönerek şahın duyacağı yüksek bir sesle:— Hayır, unutmadım. Onu size bırakıyorum. Sarayınızda büyük bir padişah elçisinin oturması için seccadeniz, minderiniz yok… Hem bir Türk, yere serdiği şeyi bir daha arkasına koymaz… Bilmiyor musunuz, dedi.Geçtiği yollardan gece gündüz dörtnala döndü. Üsküdar’a ulaştığı zaman, Muhsin Çelebi’nin cebind tek bir akçe kalmamıştı. Süslü hizmetkârlarına dedi ki:— Evlatlarım! Bindiğiniz atları, koşu takımları, üstünüzdeki giysileri, belinizdeki değerli taşlarla süslü hançerlerinizi size bağışlıyorum. Bana hakkınızı helal ediyor musunuz?— Ediyoruz… Ediyoruz…— Anamızın ak sütü gibi. Karşılığını alınca onları başından savdı.Derin bir soluk aldı.(Ölünceye kadar Üsküdar Pazarı’nda sebze satarak geçindi. Pek yoksul, pek acı, pek yoksun bir hayat geçirdi. Ama yine de ne kimseye boyun eğdi ne de bütün servetini bir anda yere atmakla gösterdiği fedakârlık üzerine gevezelikler yaparak, boşu boşuna övündü.

  • Cevap:

8. Sınıf Türkçe Çalışma Sayfaları Kitabı Cevapları 2. Ünite Sayfa 17 Meb Yayınları ile ilgili aşağıda bulunan emojileri kullanarak duygularınızı belirtebilir aynı zamanda sosyal medyada paylaşarak bizlere katkıda bulunabilirsiniz.

2024 Ders Kitabı Cevapları
🙂 BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER, PAYLAŞ!
1
unlike
0
happy
0
clap
0
love
0
confused
0
sad
0
angry

Bir yanıt yazın

**Yorumun incelendikten sonra yayımlanacak!