Hıyarcı Kızı Masalı
Hıyarcı Kızı Masalı
Vaktiyle bir padişah varmış. Bu padişahın hiç çocuğu yokmuş. Komşularından yaşlı bir kadın padişahın karısına demiş ki:
«Allah’a bir şey ada, çocuğun olsun».
Padişahın karısı komşu kadının dediğini yapmış, adakta bulunmuş:
«Allahım, bir çocuğum olsun, bir oluktan yağ, bir oluktan bal akıtacağım».
Cenabı Allah padişahın karısının duasını kabul etmiş. Ayı günü tamam olunca bir oğlu dünyaya gelmiş.
Aradan aylar geçmiş, padişahın oğlu büyümüş. Bir gece kadının rüyasında demişler ki:
«Çocuğun oldu, adağını yerine getir!»
Kadın, padişaha adağını söylemiş. Hemen yerine getirmeye karar vermişler. Bir teneke yağ ile bir teneke bal alarak dama çıkmışlar. Bir oluktan yağı, bir oluktan da balı akıtmaya başlamışlar. Padişahın oğlu da damda geziniyormuş.
Bu sırada komşu kadın da yağ şişesini doldurmuş, yumurta kabına da bal dolduruyormuş. Padişahın oğlu eline bir taş alıp bal kabına fırlatmış. Kabı kırılan kadın beddua etmiş:
«Ananın babanın bir tanesisin, kıyamam. Beddua edeyim: Hıyarcı Kızın derdine uğrayasın».
Aradan zaman geçmiş, oğlan büyümüş, yirmi iki yaşına girmiş. Bir gün anasına demiş ki:
«Atımı eğerletin, ben Hıyarcı Kızını bulmaya gideceğim».
Padişahın oğlu atına binip anasından, babasından ayrılmış. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş; bir derenin kenarına ulaşmış. Atını bağlayıp yemeğe oturmuş. Suyunu da içtikten sonra iki rekat namaz kılmış. Tam selam vereceği sırada bir ihtiyar peyda olmuş:
«Oğlum, senin ne için geldiğini biliyorum. Sen Hıyarcı Kızının derdinden ölüyorsun».
«Evet… »
«Git, bahçenin sol tarafında bir hıyarlık var. O hıyarlardan üç tane kopar: Biri beyaz, biri sarı, biri de yeşil olsun. Evvela beyazı iki parçaya böl, «Hıyarcı Kızı» diyerek fırlat. Eğer seslenirlerse tehlike yok demektir. Sonra sarıyı üç parçaya böl, «Hıyarcı Kızı» diyerek bağır. Sonra da yeşil hıyarı dört parçaya böl. Eğer ses gelirse tehlike yok dernektir. Eğer gelmezse sağında aslan, solunda kaplan peyda olacak; seni yiyecekler».
Padişahın oğlu ihtiyarın dediği bahçeye gitmiş. Beyaz, sarı ve yeşil hıyarlardan birer tane koparmış. Evvela beyaz hıyarı ikiye bölmüş, sonra da bağırmış:
«Hıyarcı Kızını..»
Hiç ses seda çıkmamış. Bu sefer sarıyı üçe bölmüş, sonra da bağırmış:
«Hıyarcı Kızını…»
Yine hiçbir ses seda çıkmamış. Son olarak elinde kalan yeşil hıyarı dörde bölmüş, yine aynı şekilde bağırmış:
«Hıyarcı Kızını…»
Bahçenin ortasındaki konaktan bir kız çıkıp oğlanın yanına gelmiş. Oğlan:
«Aman hanım, ölüyorum».
«Ben de senin için ölüyorum».
«Haydi öyleyse ata binip kaçalım».
Binerler oğlanın atına, kaçıp giderler. Padişah oğlunun gelirken yemek yeyip su içtiği derede çok güzel kuşlar varmış. Oğlanın canı bu kuşlardan yakalamak istemiş.
«Hanım, sen burada biraz bekle; ben gidip kuş vurayım».
Kız ne desin, oğlan onu bırakıp kuş peşine gitmiş. Yalnız kalan kız korkmuş, bir ağacın üzerine çıkmış. O dereye de yakındaki bir evin halayığı su doldurmaya gelirmiş. Kızın sudaki aksini görünce korkmuş:
«Ben hanımdan hanım, ben kadından kadın …» diye bağırarak kaçmış. Kaçarken de testileri hep kırmış. Ne olduğunu anlayamayan evdekiler halayığı bir daha yollamışlar. Halayık bu sefer daha dikkatlice bakmış suya. Bakınca da ağaçtaki kız gülmüş. Halayık başını kaldırınca kızı görmüş. Kurnaz halayık hemen bir hile düşünüp kıza yalvarmış:
«Al beni de yanına hanım kız».
Kız halayığa acımış, onu da yanına almış. Ancak halayık ağaca çıkar çıkmaz kızın başına bir toplu iğne sokmuş. Sokmasıyla da kız bir kuş olup uçup gitmiş.
Halayık ağaçta bir müddet beklemiş; oğlan gelince halayığı ağaçtan indirmiş. Bakmış ki kapkara bir kız!
«Aman hanım, sana ne oldu böyle?»
«Yalnız bırakıp gittin beni; ağaçta güneşten karardım. Dudaklarım da semizlendi».
Oğlan ne yapacağını şaşırmış, alıp halayığı ata bindirip yola koyulmuş. Babasının evine gelmişler. Anası babası oğullarının getirdiği kıza bakmışlar, onlar da şaşırıp kalmışlar:
«Aman oğlum, getireceğin bu muydu?»
«Bu değildi ama, zaten ben de bunu istemiyorum».
Padişahın oğlu canı sıkıldıkça eline tüfeğini alır ava gidermiş. O avda iken bir kuş gelmiş, babasının bahçesine konmuş. Oradan da padişaha seslenirmiş:
«Bahçeci, oğlun ne yapar?»
«Uyur».
«Uyusun da büyüsün, güllere boyansın».
Kuş tekrar sormuş:
«Halayık ne yapar?»
«Yatır».
«Yatsın da kalkmasın, konduğum dallar kurusun da kalmasın».
Zamanla ağaçlar kurumuş. Bir gün oğlan babası bahçede iken gelmiş. Bakmış ki ağaçların hepsi kurumuş.
«Baba, bu ağaçlara ne oldu da kurudu böyle?»
«Oğlum, bir kuş gelir, bana sorar, oğlun ne yapar? diye. ‘Uyur’ derim. ‘Uyusun, uyansın, güllere boyansın’ der. Sonra da ‘Halayık ne yapar?’ der. ‘Yatır’ derim., Yatsın da kalkmasın, konduğum dallar kurusun da kalmasın’ der. Hep ağaçları kuruttu».
Oğlan hemen bir kafes yaptırmış, içine de bir tabak yemek koymuş. Bir gün padişah bahçede iken kuş gelmiş. Padişah:
«Gel».
Deyince kuş da kafese girivermiş. Hemen kapağı kapatılmış. Kafes doğruca oğlana gönderilmiş.
Halayık kafesteki kuşun kız olduğunu anlamış. «Geldin, başıma iş açacaksın. Seni öldürüp de kanını denize dökeceğim» diye söylenmiş.
Bir gün padişahın oğlu evde yokken halayık yalancıktan hastalanmış. Hemen hekim getirmişler. Hekime para vererek kandırmış. Hekim muayene ettikten sonra demiş ki:
«Bunun ilacı yok. Olsa olsa şu kuşun etini yiyince iyi olabilir».
Hemen kuşu kesmişler. Kanını da denize dökmüşler. Ancak bir damlası kapının dışına damlamış. Orada hemen bir selvi ağacı bitivermiş. Padişahın oğlu ne zaman bu selvi ağacının yanına gelse ağaç dallarını eğermiş, oğlan da dallarını okşarmış. Halayık çıktığı zaman da dallarını halayığa vura vura içeri kaçırtırmış. Halayık kızmış:
«Ben seni kökünden kestirip de hamam da yaktırayım da gör».
Halayık ağacı kestirip hamamda yaktırmış. Bir ihtiyar kadın da odun istemeye gelmiş. Halayık bunu kıramamış, demiş ki:
«Git, selviyi kestiler, sen de biraz odun al».
Yanmamış bir dal odun kalmış imiş. İhtiyar kadın da onu almış, doğruca evine gelmiş. Baltayı eline alıp da oduna vurunca odunun içinden bir kız sesi «ay kolum» demiş. Bir daha vurunca aynı ses «ay ayağım» demiş. Üçüncü vuruşta odun yarılıp içinden güzel bir kız çıkmış. İhtiyar kadın bu işe pek sevinmiş. Sarılıp öpüşmüşler. Üç gün dışarı çıkmamışlar.
Ertesi gün padişahın oğlu oradan geçerken kızı görmüş. Hemen ihtiyar kadının kapısını çalmış:
«Nine, sen bu kızı nereden buldun?»
«Sorma oğlum.»
Ama oğlan kıza âşık olmuş. Haftaya da padişahın oğlu ile halayığın düğünleri varmış. Herkes toplanınca evde kalan kızın canı sıkılmış, o da düğüne gitmek istemiş:
«Nine biz de gidelim».
Nine bu güzel kızın hatırını kıracak değil ya, gitmişler. Düğün evine gelince görmüşler ki halayık incilerini dizemiyor. Başkaları da uğraşmış, hiç kimse dizemiyor. Bu kız incileri almış, bir bir dizmeye başlamış. Bir yandan da incilere sesleniyormuş:
«Ah incilerim incilerim; dere kenarında ağaçta dizdiğim incilerim».
Halayık meseleyi anlamış, hemen hizmetçilerine emir vermiş:
«Atm şu kızı dışarı, çabuk olun!»
Bu manzarayı seyreden oğlanın kız kardeşi de ağabeyi eve gelince her şeyi bir bir anlatmış. Oğlan hemen kızın evine dünürcü göndermiş.
«Nine, kızına talibiz».
«Ben karışmam, kendisine sorayım».
Nine, gelenin padişahın oğlu olduğunu, kendisiyle evlenmek istediğini kıza söylemiş. Kız da:
«Bizim nikâhımız çoktan kıyılmıştı».
deyince iş anlaşılmış. Nine de kırk gün kırk gece düğün istemiş. Düğün yapılıp bu kızı padişahın evine götürmüşler.
Oğlan halayığı çağırıp sormuş:
«At mı istersin, kılıç mı?»
«Kılıç düşman boynuna; at isterim, bineyim de seyran edeyim».
Padişahın oğlu halayığı bir ata bindirip oradan uzaklaştırmış.
Ben daha bıraktım geldim.