Hızır İle Üç Kardeş Masalı
Hızır İle Üç Kardeş Masalı
Vaktiyle çok fakir bir adam varmış. Bu adam üç oğluyla birlikte çok eski bir evde yaşarmış. Evlerinin bahçesinde de üç kollu bir incir ağacı varmış.
Bir gün yaşlı adam hastalanmış. Öleceğini anlayan baba oğullarını yanma çağırıp vasiyetini yapmış:
«Oğullarım, ben öleceğim. Arkamdan evimiz için, incir ağacı için kavga etmeyin. Ağacın her kolu birinizin olacak. Meyveleri ayrı ayrı toplarsınız, satarsınız. Herkes kârına razı olsun. Evde de güle güle oturun».
Bir müddet sonra adam ölmüş. Oğullar babalarını mezarlığa götürüp gömmüşler. Daha sonra eve dönünce incir ağacını aralarında bölüşmüşler. Ağacın altında otururken düşünmeye başlamışlar:
«Yiyeceğimiz yok».
«Sanatımız yok».
«Tahsilimiz yok».
«Nasıl geçineceğiz?»
«Ne iş yapacağız?»
Düşünüp taşınmışlar, sonunda iş bulup çalışmaya karar vermişler. Her gün iki kardeş çalışmaya gidecek, üçüncüsü ise inciri beklemek için evde kalacakmış.
Bir ustanın yanında iş bulmuşlar. İlk gün büyük kardeş nöbetçi kalmış; ortanca ile küçük kardeşler çalışmaya gitmişler. Bunlar çalışmakta olsunlar, büyük kardeş evde beklerken ihtiyar bir adam eve gelmiş. Beyaz sakallı ihtiyar soğuktan tir tir titriyormuş. Selam verip oturmuş.
«Hoş geldin baba».
«Ah evlat, kamım aç, su yok; ne yapayım?»
Büyük kardeşin yanında bir dilim ekmeği varmış. Yarısını bu ihtiyara vermiş. İhtiyar:
«Nasıl yiyeyim! Katığım yok, yemeğim yok».
«Babacığım, bende de yok. İşte maşrapa, biraz su koyup batır. Şu daldan da incir toplayayım, yersin».
«Pekala, ama öteki incirler daha güzel, niçin ondan vermiyorsun?»
«Olmaz, sana ortanca kardeşimin hakkından veremem».
«Peki, ötekinden olsun».
«O da küçük kardeşimin hakkıdır. Sadece şu koj benim hakkımdır. Bu koldan istediğin kadar vereyim».
İhtiyar ister istemez razı olmuş, o koldaki incirlerden yemiş. Sonra da şükredip oradan ayrılmış.
Akşam olunca kardeşleri gelmiş. Ama onlara bu ihtiyardan hiç söz etmemiş.
Ertesi sabah ortanca kardeş evde kalmış. Büyük ve küçük kardeşleri aynı yere çalışmaya gitmişler. Onlar çalışmakta olsunlar, aynı ihtiyar tekrar gelmiş; selam verip oturmuş.
«Hoş geldin baba».
«Ah evlat, karnım aç».
Ortanca kardeş yanındaki bir dilim ekmeğin yarısını bu ihtiyara vermiş. Ancak ihtiyar ekmeği tek başına yiyemiş:
«Nasıl yiyeyim! Katığını yok».
«Babacığım, bende de yok. Suya katık yap. Şu daldan da istediğin kadar incir ye».
«Öteki kollardaki incirler daha iyi, niçin onlardan da vermiyorsun?»
«Onlar büyük ve küçük kardeşlerimin, o kollardan veremem».
Karnını doyuran ihtiyar şükredip oradan ayrılmış.
Akşam olunca büyük ve küçük kardeşler eve dönmüşler. Ortanca kardeş de bu ihtiyardan hiç söz etmemiş.
Üçüncü gün en küçük kardeş evde kalmış, ağabeyleri de çalışmaya gitmişler. Onlar çalışmakta olsunlar, aynı ihtiyar bir defa daha gelmiş. Yine selam verip oturmuş.
«Hoş geldin baba».
«Ah evlat, kamım aç, su yok; ne yapayım?»
Küçük kardeşin de yanında bir dilim ekmek varmış. Yarısını bu ihtiyara vermiş. İhtiyar:
«Nasıl yiyeyim evlat, katığım yok».
«Babacığım bende de yok. Biraz su vereyim. Şu koldan da incir toplayıp ye».
«Pekala, ama öbür kollardaki incirler daha güzel. Niçin onlardan vermiyorsun?»
«Olmaz, onlar ağabeylerime aittir, onlardan habersiz veremem».
İhtiyar da küçük kardeşin incirlerinden yemiş. Dua edip yola çıkacağı sırada geri dönmüş:
«Evladım, siz madem üç kardeşsiniz, üçünüzü de bir arada görmek istiyorum».
«Tabiî baba, görebilirsiniz».
«Ne zaman?»
«Yarın pazar, hepimiz burdayız. Hem sana yemek de pişiririz. Buyur gel».
«Pekala oğlum».
Pazar günü ihtiyar yine titreyerek gelmiş:
«Dondum, üşüyorum».
Hemen ihtiyarın üzerine ceketlerini örtmüşler. Yere de bir torba sermişler, üzerine de bir sele koymuşlar. Selenin içinde de yemek varmış:
«Buyur baba, kısmet ne ise yiyelim».
«Yanında başka yiyeceğiniz yok mu?»
«Var, işte incir…»
Üç koldan da incir toplayıp getirmişler. Neyse, hep birlikte yiyip içmişler, gülüp oynamışlar. İhtiyar çok memnun kalmış. Demiş ki:
«Beni dikkatle dinleyin. Ben, sizin her istediğinizi yerine getirmeye gücü yeten birisiyim. Allah bana böyle bir kudret vermiştir».
«Peki baba sen kimsin? Nesin? Bize anlat».
«Bunu söyleyemem. Büyüğünüz hanginiz?»
«Benim».
«Dinle oğlum, şimdi sen bana her istediğini söyleyeceksin. Ben de sana dua edeceğim. Sizler de âmin diyeceksiniz».
«Bir ovanın içinde üç kuyu olsun. Biri şarap, biri kanyak, biri de zivaniya (saf alkol) dolu olsun, Bir de küçük bir fıçı isterim, içi çeşitli yiyeceklerle dolu olsun. Kuyulardakiler de, fıçıdakiler de hiç bitmesin. Ben aldıkça çoğalsın».
«Peki, gelin benimle… ».
İhtiyar, üç kardeşi de alıp ovaya gitmiş, başlamış dua etmeye. Üç kardeş de «âmin» diyorlarmış. Derken ovada üç kuyu açılmış. İçleri hep dolu. Fıçı da ortaya çıkmış. Onun da içi dolu…
Büyük kardeş sevinmeye başlamış, ihtiyarın elini öpmüş. Onu orada bırakıp yola devam etmişler. İhtiyar ortancaya sormuş:
«Oğlum, sen ne istersin?»
«Açık yerde bir mandıra olsun. İçinde de yüzlerce baş hayvan bulunsun. Bir eş, bir oğul, bir kız çocuk, sadık hizmetkârlar, güzel de bir ev isterim».
İhtiyar dua ederken iki kardeş de «âmin» demişler. Derken ortanca kardeşin de bütün istekleri yerine getirilmiş. O da çok sevinmiş, ihtiyarın elini öpmüş. Onu da orada bırakıp küçük kardeşle ihtiyar yola devam etmişler. İhtiyar son olarak küçük kardeşe sormuş:
«Oğlum, ya sen ne istersin?»
«Dünyada eşi bulunmayan zengin bir adamın tek kızı benim olsun».
«Peki, o kızı geçindirmek için bir şey istemez misin?»
«Zengin kızı olsun dedik ya!.. Her şeyi ondan bulacağız. Malı, parası bize kâfi gelecek. Çocuklarımız geçinecek. Onların çocukları da… »
«Pekala. Gel, ama biraz geç kaldın. Çünkü o kız sözlüdür, yarın nişanlanıyor. Nişanlısı genç, yakışıklı ve zengin bir çocuktur. Seni de nişana götüreyim. İkinizi orada imtihan edeyim. İnşallah imtihanı sen kazanır, kızı alırsın».
Ertesi gün ihtiyar ile küçük kardeş bir binanın önüne varmışlar. Birdenbire gözleri kamaştıran bir aydınlık ortalığı kaplamış. Bu sırada da ihtiyar ile küçük kardeşin elbiseleri değişivermiş. Her ikisi de birer zengin kıyafetine bürünüvermişler. Kapıyı çalmışlar.
«Nişana geldik».
«Hoş geldiniz».
Neyse, hoşbeşten sonra sıra nişana gelmiş. Bu sırada ihtiyar söze karışmış:
«Ey ahali, bir şey diyeceğim. Ben de bu kızı oğluma istiyorum. Mademki sözlü, daha nişan yapılmadı, kim kazanırsa kızı ona verelim. Kız, imtihanı kazanan gencin hanımı olsun. Kabul mu?»
Oğlan tarafı asil bir aile olduğu için «hayır» diyememiş:
«Kabul».
İhtiyar, orta yerdeki masadan iki salkım üzüm almış, birer birer delikanlılara vermiş:
«Bu üzümleri yiyeceksiniz. Geriye kalan saplarını birer çukur kazıp ekeceksiniz. Hanginizinki daha evvel büyür, ağaç olur, üzüm verirse kız onun hakkıdır».
Delikanlılar üzümleri yemişler; sonra da saplarını ekmişler. Arkasından sulamışlar. Aradan beş dakika geçtikten sonra küçük kardeşin sapı filizlenmiş. Biraz sonra da üzerinde üzümler peyda olmuş. İhtiyar hazır bulunanlara dönmüş:
«Gördünüz, benim oğlum kazandı. Kız bunun hakkıdır».
İhtiyar ile delikanlı kızı alıp oradan ayrılmışlar. Vardıkları yerde ihtiyar bunlara da güzel bir ev yapmış:
«Haydi oğlum, burada güzel güzel geçinin».
İhtiyar, üç kardeşin de isteklerini yerine getirdikten sonra oradan ayrılmış. Üç kardeş de rahat bir hayat sürmeye başlamışlar.
Aradan epey zaman geçmiş. İhtiyar bunları sınamak için kılık değiştirip yola çıkmaya karar vermiş. Evvela büyük oğlanın evine varmış. Hasta olduğunu, karnının ağrıdığını söylemiş. Bir bardak, şarap içerse iyi geleceğini anlatmaya çalışmış. Ama oğlan bunu tanıyamamış:
«Git, pis ihtiyar; ne cehennemden geldin buraya!»
Zavallı ihtiyarı kovmuş. İhtiyar hemen bedduada bulunmuş. Büyük kardeşin nesi var, nesi yoksa hepsi kaybolmuş. Kuyular kapanmış, fıçı da yok olmuş. Zavallı kardeş eski günlerine dönmüş. Böylece kötülük yapmasının cezasını çekmiş.
Oradan ayrılan ihtiyar ortanca kardeşin yanına gelmiş. Çok acıktığını, hasta olduğunu, biraz süt verirse iyi olacağını söylemiş. Bu oğlan da gelen ihtiyarın kendilerine iyilik yapan ihtiyar olduğunu anlayamamış.
«Başka işim yok da seninle mi uğraşacağım, git buradan».
Buradan da kovulan ihtiyar buna da bedduada bulunmuş. Bu da her şeyini kaybetmiş. Ne mandıra kalmış, ne de hayvan. Ortanca kardeş de eski günlerine dönmüş.
İhtiyar, son olarak küçük kardeşe gelmiş.
«Hastayım, karnım da pek aç.»
Hemen bunu içeriye almışlar. Yedirip içirmişler, rahat bir yatağa yatırmışlar.
Küçük oğlanın da üç yaşında bir oğlu varmış. İhtiyar adam ana babaya demiş ki:
«Bu çocuğu benim için keseceksiniz. Parçalara ayırıp patatesin içinde fırın kebabı yapacaksınız. Ben de yiyeceğim. Hastalığım o zaman geçecek».
Oğlan hanımının yüzüne bakmış:
«Ne dersin hanım, keselim mi?»
«İhtiyarı kırmayalım. Allah bize daha başka çocuklar da verir».
«İhtiyarın istediğini yapmışlar. Çocuğu kesip patatesin içinde fırın kebabı hazırlamışlar. Kebap fırında pişerken ihtiyar titremeye başlamış:
«Aman, barsaklarım bozuldu». diye altına da pisleyivermiş. Karı koca bunu bir güzel yıkayıp temizlemişler, yeni elbiseler giydirmişler, tekrar bir yatağa uzandırmışlar.
Bu sırada fırından kebap kokuları gelmeye başlamış:
«Açın bakalım fırını, kebap olmuştur. Yiyelim artık».
Fırını açmışlar ki içindeki oğulları altın bir sandalyede oturmaktadır. Kur’an-ı Kerim okumakta olan oğullarını ihtiyara göstermek istemişler. Ama ihtiyar yokmuş, kaybolmuş.
«Allahım, bu işte bir hikmet var. İhtiyarı görmeyi tekrar kısmet et».
Bu sırada şiddetli bir yağmur başlamış. İhtiyar başka bir kılıkta tekrar gelmiş. İçeri almışlar, yıkamışlar, temizlemişler. İhtiyar demiş ki:
«Durun, benim temiz elbiseye ihtiyacım yok. Şimdi bana yenileri gelir».
Karı kocanın şaşkınlığını gören ihtiyar devam etmiş:
«Ben Hızının evlat, hayır duam sizinle olsun. Ölünceye kadar yoksulluk görmeyin. Üç kardeşin içinde en hakikatlisi sen çıktın. Kardeşlerine beddua ettim, tekrar eski hallerine döndüler. İstersen git, gör. Yine incir ağacının altında bekliyorlar. Ama senin hakkına dokunamazlar. Artık günde biri işe gider, öbürü bekler. Onlar fukarayı kayıran cinsten değillermiş. O sebepten eski hallerine döndüler. Ancak sen muvaffak olabildin. Sonuna kadar rahatça yaşayın».
Hızır böylece dua ettikten sonra yanlarından ayrılıp gitmiş. Bunlar da rahat bir hayat yaşamışlar.
Ben daha bıraktım geldim.