Var Evi Kerem Evi Yok Evi Verem Evi Atasözünün Anlamı Hikayesi Kısa
Var Evi Kerem Evi Yok Evi Verem Evi Atasözünün Açıklaması
Var Evi Kerem Evi Yok Evi Verem Evi Atasözünün Anlamı
Var Evi Kerem Evi Yok Evi Verem Evi Atasözünün Hikayesi Kısa
Var Evi Kerem Evi Yok Evi Verem Evi Atasözünün Öyküsü
VAR EVİ KEREM YOK EVE KEREM EVİ ATASÖZÜNÜN ANLAMI
Huzur da, rahatlık da, cömertlik de bir bakıma varlıkla olur. Yoktan ikram olur mu? Kamı doymayanın yüzü güler mi? Çocuğuna kum ekmek bulamayan, başkasına ne ikram edebilir? Demek ki; varlıklı evler ikram evi, yoksul evler ise ziyaretçisiz hasta evi gibidir…
VAR EVİ KEREM YOK EVE KEREM EVİ ATASÖZÜNÜN HİKAYESİ
Önce bir uğultu duydu Orhan. Fakat bu uğultu ne fırtına uğultusuna, ne de bir başka uğultuya benziyordu. Dalgalı bir denizin dibindeki sesleri andırıyordu. Ama çok sürmedi… Sesler kesildi. Sadi Dede’nin sesi duyuldu:
Geldik işte… Açabilirsin gözlerini, Bu zaman yolculuğunda da, gözlerini açtıkları yerde akşamın alaca karanlığı bastırmıştı… Hangi zaman diliminde, kaç yıl veya kaç yüz yıl önceki zamandaydılar? Onlar da anlamadılar biz de bilemi bizde mi bilemiyoruz. Ama güzel bir şehirdeydiler. Akşamın lacivert atlasına, pencerelerden sızan altın sarısı ışıklar işleniyordu nakış-nakış…
Kendilerini önünde buldukları evin penceresinden içerisi rahatça görünüyordu. Ev iki katlı zengin bir köşktü. Alt kattaki geniş salon, şamdanlar üzerinde oynaşan mum alevleriyle ışıl ışıldı… Pencereye çok yakın bir ağacı siper alarak iyice yaklaştılar. Eşyanın kalitesine ve güzelliğine uygun giyimli insanlar, bu mutluluğu tamamlıyorlardı… İki hizmetçi, akşam sofrasına yemek taşıyordu. Besbelli misafirleri de vardı. Ev sahibesi olduğu anlaşılan Kanım düğüler yüzle bu ikramlara yardıma oluyordu…
Sadi dede, köşke çok yakın bir kulübe gördü. Orhan’ın omuzuna hafifçe dokunarak;
“Bir de şu kulübeye bakalım evlat” diye fısıldadı. Orhan, bu mutluluk ve güzellik tablosundan gözlerini zorla ayırarak dedesini izledi…
Önünde durdukları ev küçük bir kulübeydi. Tek katlıydı, tek mumla aydınlanıyordu. İçeride olup bitenleri görmeye çalıştılar. Bir tek mumun
Titrek aleviyle aydınlanan loş bir odada, az önce seyrettikleri güzellik ve huzur yoktu…
Kerevette oturan bir nine ve dizinde sürekli ağlayan küçük bir kız çocuğu vardı. Yere yayılmış bir sofra bezinin çevresinde, çeşitli yaşlarda üç-dört çocuk ve genç bir kadın oturuyordu. Çocuklar, ortadaki boş bir tavaya ekmeklerini sürüp yiyorlardı. “Tavada pişen hangi yemekse, çoktan bitmiş” diye göğüs geçirdi Sadi Dede. “Çocuklar, ellerindeki bayat ekmek parçalarıma bir lezzet gelir umuduyla boş tavaya sürüp duruyorlar Orhan” diye de ekledi…
İkisi de sustular. Orhan’ın duygu ve düşünceleri, bu iki ev arasında gidip geliyordu. İlk gördükleri evde yaşanan mutluluk, huzur ve misafire yapılan ikram… ikinci evdeki yer sofrasında ekmek sürülen boş tava ve doymamış çocuklar…
Sadi Dede ile bakıştılar ama gülümseyemediler. Orhan;
“Buradan bir şey çıkar mı dede?” diye sordu. “Buradan avlanmadan mı döneceğiz?”
“Düş kanatlan bizi bu zamana attıysa, boş göndermez.” dedi Sadi Dede. “Merak etme…”
Birden, bir sesle irkilip, her ikisi de dikkat kesildiler. Aksakallı bir ihtiyar ile bir çocuk, yanlarından geçip gidiyorlardı. İhtiyar adam, yarandaki çocuğa;
“Bu sözümü unutma oğlum” dedi. Ve o sözü, o çocukla birlikte Orhan’a da gönderdi;
“Var evi kerem evi, yok evi verem evi…”
Sadi Dede haklı çıkmıştı. Düş kanatları, onları bu zaman diliminden de eli boş olarak göndermeyecekti.
Orhan, dedesine hüzünle baktı ve uyarı beklemeden gözlerini yumdu. Yine o korkunç uğultu ve sarsıntıdan sonra, bitkin bir halde gözlerini açan Orhan, başını dedesinin göğsünde ve kendini evlerinde buldu…